8 Temmuz 2018 Pazar

# Afiş


# Film Analizleri; Banker Bilo

"Münih'e az kaldı gibi bir his var içimde"

İşte bu olanca saflığın ve masumiyet dolu umutların binbir türlü tezgâhla örselendiği kimi zaman gülüp, kimi zaman üzüldüğümüz ama çok sevdiğimiz Banker Bilo filmi ne zaman karşımıza çıksa bıkmadan sıkılmadan ve hatta ilk kez gibi izleriz.

İlyas Salman'ın canlandırdığı Bilo ile Şener Şen'in canlandırdığı Maho aynı köyde yaşayan iki eski arkadaştır. Bir gün Maho işçi olarak Almanya'ya gideceğini söyleyip köyü terk eder.. Yıllar sonra klasik tüylü şapkası ve Alman bir işçiye tezat olarak fransız citroen arabasıyla ve binbir masalla köyüne döner. Dönemin politik ve siyasi ikliminden etkilenen Almanya Türk işçi alımını çoktan sonlandırmıştır ancak anadolunun ücra köyündeki saf ve masum insanlar bu durumdan bihaberdir. Kendi köyündeki saf nüfus potansiyelinin en çok farkında olan kişi ise Maho'dur. Köylüleri Almanya'da işçi olma vaadiyle dolandırmayı kafasına koymuştur. Köylülerden yüklüce para alan Maho eski bir kamyon kasasında umutlarını ziyan eden hemşehrilerini sözde Bulgar ve Alman sınırlarından geçirerek İstanbul'un kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinden birine bırakır. Korku içinde elini tuttuğu arkadaşı İbrahim'le Eminönü'de Münih arayan Bilo yaşadığı şokun etkisiyle arkadaşını da kaybeder. Münih'e gitme hayalleri ile terk ettiği köyünden kilometrelerce uzakta ve tek başına İstanbul'dadır artık. Amelelik, sigara satışı, manavlık derken hem şehrin yazılı olmayan kurallarını öğrenir hem de bu çarkın dişlisi olma yolunda ilk tecrübelerini yaşar.

Film bu ya günün birinde koca İstanbul'da Maho'ya rastlar. "Sor bir hele niye yaptım" döngüsü başlamıştır artık. Bilo her defasında Maho'ya kandıkça biz de bu saflıkla kazık yemeyi hak ettiğini düşünürüz ister istemez. Maho istifçilik yaptığı deponun başına Bilo'yu geçirir.. Patron olduğunu sanan Bilo aslında türlü düzenbazlık ve vergi kaçakçılığının odağındadır artık. Çok geçmeden hapse düşer ama Maho yine Bilo'yu kazıklar ve ziyaretine asla gitmez. Hapisten çıkınca film matematiğini etkilemeyecek bir tesadüfle kaybettiği arkadaşı İbrahim'i bulan Bilo bu sayede yavuklusu Zeyno'ya ulaşmak ister. İbrahim'den avantası karşılığında kendisine iş bulmasını ister. Ne tesadüf ki İbrahim'in bulduğu iş yerinde çalışan ve Bilo'yu işe öneren zeyno'nun babasının da çalıştığı firma Bilo hapiste yatarken servetine servet katıp zenginleştikçe zenginleşen Maho'nundur.

Maho yine boş durmaz. Keza Bilo'nun gönülden sevdiği Zeyno çoktan beri Maho'nun metresidir. Maho binaya göz kulak olma bahanesiyle Bilo'yu kapıcı yapar ve hatta dikkat çekmemek için Zeyno ile Bilo'ya nişan bile yapar. Son noktada Zeyno'yu Bilo'nun hayalleriyle örtülü kapıcı dairesine bile atmaktadır artık. Tüm bunları acı bir şekilde öğrenen Bilo yine de saflığını ve iyiliğini korur. Bir meşrubat işi için yurtdışına gitmesi gereken Maho vekaletname vererek yerine Bilo'yu bırakır. Bunu fırsat bilen Bilo acı tecrübelerle öğrendiği şehrin yazılı olmayan kurallarını kendine göre uyarlar ve Maho'ya ait ne varsa elinden alır ve bu sayede intikamını alır. İşte karşınızda namussuz Bilo diyerek noktayı koyar.

Sonrasında Dolap Beygiri ve Şekerpare filmlerinde de izleyeceğimiz karakter dönüşümlerinin ve müthiş paslaşan iki usta aktörün efsane film yürüyüşü bize yıllar yılı bitmeyen bir seyir zevki de sunar..

Türk Sinemasında Karakter Dönüşümleri

Ertem Eğilmez sineması özellikle 70'lerden sonra sanki toplumun saflığına güvenini yitirmiş bir duyguyla hareket eder. Başlarda insanı çıldırtacak kadar masum ve iyi kalpli olan karakterler filmin sonunda kötüye dönüşmüş şekilde karşımıza çıkarlar. Kendini mağdur eden Maho'nun elinden her şeyini alarak, yediği kazıkların acısını çıkaran masum ve saf  Bilo gibi.. Salak Milyoner ve Köyden İndim Şehire gibi filmlerde de filmin başlarında saf halleriyle gördüğümüz 4 kardeşi filmin sonunda altın dolu çuval için birbirlerini kazıklayacak kadar kötü halde görürüz. Aynı alt metin aslında Erkek Güzeli Sefil Bilo filminde de karşımıza çıkar. Zaman zaman Kemal Sunal filmlerinde de bunu görebiliriz aslında.. Filmin başında her türlü tokatlanmaya maruz kalan Osman karakteri arkadaşı Şevket'le kötüleri tokatlamaya başlayınca Osman'a hiç kızmayız mesela.. Çünkü meşhur tren sahnesindeki tokatlanması sonrası ne yaparsa yapsın hep Osman'ı tutarız. Artık sıranın onda olduğunu düşünürüz. Natuk Baytan ustamızın da aslında müthiş örneklediği bir tarzdır bu. Filmin başında mağdur olan karakter sonlara doğru ne yaparsa yapsın haklı olduğunu iddia edeceğimiz noktaya gelir. Bu sinematografik dil olarak oldukça etkili alt metinlerle tanışmamızı sağlar.

Cüneyt Arkın, Fikret Hakan gibi babaların bir çok filminde başlarda türlü zorbalıklara maruz kalan kahramanlarımız filmin devamında deli gibi intikam alırken hiç şaşırmayız.. Hatta kahramanlarımızın intikamları bizi mutlu eder. "Kötü adamların" ölümü bizi mutlu eder. Oysa kahramanımız acımasız bir katildir artık..

Filmlerin alt metinlerini okumak için mutlaka filmin kötü karakterlerini de inceleyin ve karşı pencereden mutlaka bakın.

6 Temmuz 2018 Cuma

# Film Analizleri; Kader Böyle İstedi

Ömer Lütfi Akad'ın "Vesikalı Yarim" ve "Seninle Ölmek İstiyorum" filmlerinden oluşan "Kent Üçlemesi" serisinin ikinci filmi olan Kader Böyle İstedi filminde bir dolmuş şoförü ile ona aşık olan zengin kızın öyküsü anlatılır. Başrollerinde İzzet Günay ve Nilüfer Koçyiğit'in oynadığı bu filmde sınıf ayrımını klasik yeşilçam anlatımıyla farklı bir açıdan izleme fırsatı buluruz. Eski İstanbul'u da gezme fırsatı bulduğumuz film mutlu sonla bitmemesi nedeniyle başta şahsım olmak üzere izleyenleri melankolik saatlere doğru bir yolculuğa çıkarır.

İlk bakışta klasik zengin kız fakir oğlan öyküsü gibi dursa da gerek anlatım dili gerekse de oyunculuk kabiliyetleri filmi benzerlerinden ayırıyor. Anlatım dili o kadar naif ve derin ki her defasında insanın içini burkar.

Çok da güzel bir şarkıdan adını alan bu film izleyici hatıralarında bir yeşilçam sembolü gibi yer alır.

# Film Analizleri; Köprü

1975 yılı yapımı Şerif Gören'in bu filminde geçimini sal ile yolcu taşıyarak sağlayan bir ağabey ile üniversite bitirip mühendis olmuş ve köyüne köprü yapmak isteyen bir kardeşin öyküsü anlatılır. Sal ile yolcu taşıyarak kardeşini okutan ağabeyin gün gelip kardeşinin yaptığı köprü ile ekmeğinden olması iki kardeş arasında büyük kavgalara sebep olur.  Sevgili Fikret Hakan ve Kadir İnanır muhteşem performanslarıyla izleyicinin kalbine dokunur. Öyle ki kimi zaman ağabeyi kimi zaman da kardeşi kendimize yakın ve haklı buluruz.

Esasen film boyunca iki kardeşin idealist ruhlarını da görürüz. Kimi zaman bunu hissetsek bile kimi zaman tam olarak fark edemeyiz. Ama ister istemez bunlardan etkileniriz. Yıllarca sal ile yolcu taşıyıp kendisini okutan ağabeyine rağmen ideallerinden vazgeçmeyen ve herkesi karşısına almayı göze alabilen Ahmet her şeye rağmen köprüyü yapar. 1970'ler politik sinemasının en güzel örneklerinden biri olan bu filmde aslında günümüze uzanan sorunların da kaynağını görmek mümkün. Bugün bile sırf birileri engel oluyor diye filmin çekildiği bölgelere yatırım yapmakta zorlanılırken bunu yıllar önce politik bir dille üstelik aile içinde idealist savaşlar veren iki kardeşin gözünden izleyiciye sunmak her açıdan takdir-e şayan.

# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1940'lar

Daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi 1920 ve 30'lu dönemlerde daha çok tiyatro oyuncularının ve eserlerinin hakim olduğu bir sinema vardı. 1922'den başlayıp 1940'lara ulaşan dönem için geçiş dönemi kavramını kullanmak mantıklı olacaktır. Muhsin Ertuğrul önderliğindeki sinemamız özellikle 2. dünya savaşı sonrası sektörel faaliyetler kazanan dünya sinemasına kanalize olma isteğiyle yanıp tutuşan yönetmenler sayesinde yeni fikirler ve yeni temalar oluşturmaya başladı. Bunun neticesinde 1940 ile 1950 arasındaki dönemde kayıtlara göre 72 film çekildi.

Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün vefat ettiği ve ülkenin her anlamda bu süreçten etkilendiği bir dönemde sanatın hayat damarları gibi görülerek film üretimlerinin sürmesi hem manevi değerlere hem de öğrenme ve gelişme kabiliyetimizin ilerlemesi adına güzel örnekler oluşturur.

2. dünya savaşının bitmesi ve ekonomik kaygıların nispeten de olsa ortadan kalkması yeni girişimlerde bulunacak sinemacılar için de umut verici başlangıçlar sağladı.Hiç şüphe yok ki yerli sinemamızda bu atılım ruhundan payını aldı. Daha farklı ve sinematografik olarak anlatımları çeşitli filmlerimiz oldu. 1920'lerde başlayan öğrenme süreci takip eden dönemlerde üretim sürecine dönüşmüştü. 1930'ların sonundaki geçiş dönemi sonrası, film üretimlerinin arttığı ve yeni filmlere olan ilginin çoğaldığı dönem ise profesyonelleşme dönemi olarak adlandırılabilir.

4 Temmuz 2018 Çarşamba

1 Temmuz 2018 Pazar

# Monologlar



  "kızınız beni kalpten seviyo, yıldırım aşkıyla tutuldu bana. ben de sevilmeyecek adam değilim. güzel adamım bi kere, maaşım var, emekliliğim var, sigortam var."



Çöpçüler Kralı / 1978 

Zaman makinesi mi makine zamanı mı?


Kendi arabamla yolda gidiyorum.. Şimdi Beyoğlu'ndan aşağı doğru iniyorum.. Sola döndüm ve unkapanı köprüsünü gördüm. Köprüden geçiyorum teyip açık ve bu şarkıyı çok seviyorum "ışıl german - aşkın kederi." Aksaray yenikapı istikametinde ilerliyorum.. Sahile döndüm ve işte deniz kenarından ilerlemeye başladım. Kıyıda irili ufaklı balıkçı tekneleri ve bir kaç terk edilmiş gemi.. Bir kaç insan fotoğraf çekiyor ve kimiler piknik yapmakta.. Ama huzursuzum.. Belki de bu zamanın insanı olmamakla ilgili bu.. Aniden durdum.. Dörtlüleri yaktım. Bekliyorum, bir yandan da etrafıma bakıyorum. Herkes ya da hiç kimse.. Kendi kendime konuşmaya başladım..

- : ulan şimdi bu şarkıyı 70'ler de o siyah beyaz hatıralarda dinlemek vardı..
     Ve hatta hüzünlenmek ve sevmek zamanı filmini izlemek.. Tekrar ve ilk kez izler gibi...

Akılalmaz bir sağanak başladı silecek fayda etmiyor. Nasıl oldu bu bir anda? Savrulmaya başladım adeta bir yaprak gibi ve arabanın camlarından çıktım adeta bir kaza anı gibi.. Şimdi farkında vardım oysa ben durmamışım.. Hatta çok daha hızlanmışım. Çarptığım duvarda yok olup bir arındım yağmurdan ama üstüm sırılsıklam bir sahil kıyısında buldum kendimi.. Herkes bana bakıyor. Şarkı bitmemiş ve bir şey olmamış gibi. Ama yüzlerce farklı insan ve hepsi kumsalda  serinip oturmuşlar. Kimileri yüzüyor, kimileri yelpaze sallıyor ve bir de şu kızların belindeki şey neydi? Dans ederek çeviriyorlar.. Hulahop muydu? Eski bir filmde görmüştüm. Ama neden herkes bana bakıyor? Telefonum nerede? Neden canım hiç acımıyor? Çarptığım duvar nerede? Nerede o evler, arabalar, dükkanlar ya da gemiler? Kıyıdan çıktım yürümeye başladım. Bir yaşlı amca.. Sanki çoktan ölmüş gibi ama gazete okuyor. Gözüm tarihe ilişti.. Yıl 1976. Artık geçmişteydim. Buna inanamıyordum. Korkuyordum ama içimde tarifsiz bir mutluluk ve heves vardı. Hey insanlar diye bağırdım. Beni dinleyin!! inanın bana çok eğleneceğiz. Ben her şeyi biliyorum hem de her şeyi.. Çünkü gelecek benim.

Bu bir zaman makinesi miydi? Makine zamanı mıydı? Bilmiyordum ama 1976 yılındaydım.. Doğum yılıma 7 yıl vardı ve ben çok mutluydum..

İşte şimdi o eski caaanım yeşilçam filmlerini ilk kez izliyormuşcasına yeniden izleme vakti..

Kim?

Ufuk Kurt/1983/İstanbul Bağımsız, karşılıksız ve kişisel sinema anlayışıyla kendi senaryolarımı filme çekiyorum. "Ölüm Düşleri...