18 Kasım 2024 Pazartesi

Kim?

Ufuk Kurt/1983/İstanbul

Bağımsız, karşılıksız ve kişisel sinema anlayışıyla kendi senaryolarımı filme çekiyorum.

"Ölüm Düşleri", "Kir", "Şehrin Kayıp Yüzleri" adlı üç kısa filmden oluşan Ölüm Üçlemesi’nden sonra 45 dakikalık "Kök" adlı filmimi çektim. Bu filmler muhtelif festivallerde ve film günlerinde gösterimlere girdi. Sonra baktım olmuyor ileride kolumun altında senaryolarla Bob Marley Faruk gibi gezeceğime biraz işe güce daldım kefeni toparladım şimdi baktım kefenim sağlam yeniden film çekmeye koyuldum. E malum kefenin cebi yok. Kasım 2024 itibariyle psikolojik drama türündeki uzun metrajım Biyografi V2.0 için ön çalışmalara ve deneme çekimlerine başladım. Bittiğinde biraz sıkıcı, uzun, yorucu ama güzel bir film olacak.
Ben kendi başına buyruk istediği filmi çeken bir yönetmenim.


Ölüm Düşleri                  2011
Kir                                  2012
Şehrin Kayıp Yüzleri     2013
Kök                                 2016

24 Ağustos 2021 Salı

Yeşilçam'da erotik film dönemi

 

Erotik film furyası bu filmlerde rol alan oyuncuların bile yok saydığı, bahsetmediği, hatta kadın oyuncularının lanetlendiği bir dönemdir aslında. Özellikle 70’ler sonrası bazı ucuzcu yapımcıların salt maddi çıkar uğruna bu sinema türüne yönelmesi bir anlamda bu filmlerin çıkış noktası oldu. Yani erotik filmler furyası başladı Yeşilçam bitti diye bir iddiaya asla katılmak mümkün değil. Keza söz konusu bu dönemde her ne kadar erotik filmler sektörde çoğalsa da yine de kaliteli filmlerinde çekildiği bir Yeşilçam vardı. Aslında bu biraz sektörün iki ayrı yüzünü gösteren bir ayna gibiydi. Bir yanda yıllarca niteliğini koruyan muhteşem kadrolu klasik Yeşilçam filmleri öte yanda ise 16 mm’lik ucuz merdiven altı erotik filmler..

Aslında erotik film furyasının bu coğrafyada mazisi daha eskilere uzanıyor diyebiliriz. dayanıyor. Cumhuriyet öncesi dönemde de, tiyatrodan sinemaya geçiş sürecinde de bu erotik film furyası alttan alta devam etti. Örneğin 1. dünya savaşı esnasında çekilen ve İstanbul’da ki bir Fransız elçisini baştan çıkaran Paris’li bir kadının konu edildiği 
Mürebbiye filmi o dönem hem izlenen, hem de lanetlenen bir film olmuştu.

Ancak ben ilk kıpırtıların özellikle sinemamızın endüstri mantığında çalışmayı öğrendiği 50’li yıllarda başladığını düşünüyorum. Özellikle Avrupa sinemalarında zaman zaman görülen yumuşatılmış erotik komedilerin burada da izlenmesi ister istemez yapımcıların da dikkatini çekiyordu. Bunun neticesinde söz konusu filmlerin taklitleri üretilmeye başlandı. Komik isimli, komedi süslü erotizm öykülü işler arz talep süreci hızlandıkça salt erotizme evrilmeye başladı. Artık bir erotik film sektörü vardı ve hatta bu sektörde isim yapan oyuncular bile vardı. 

Türk sinemasının erotik filmler tarafından istila yılı ise 70’lerin sonuna denk geliyor. Ki bahsi geçen dönemde çekilen yaklaşık 200 filmin 150’si erotik ve seks filmleriydi. Öyle ki kimi oyuncular sadece seks filmleriyle anılır olmuşlardı. Örneğin bu dönemlerden bahsederken çokça adı geçen Zerrin Egeliler bir yılda 30’dan fazla erotizm soslu filmde rol almış ve bu filmlerin sembollerinden biri olmuştur.  Bu süreç sinemanın her yönüyle zarar gördüğü 80 dönemi askeri darbesine kadar sürdü.. Darbe sonrası biten bu furya gurbetten gelen ucuz video kaset filmlerine kadar sessizliğini korudu.


Artık günümüzde 70’ler Türkiye’sindeki erotik film furyasını bile masum bırakacak filmlerin piyasada ve internet ortamında kol gezdiği düşünülürse yaşanan döneme dair bakış açısı daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum.

Bu döneme dair dikkat çeken bir başka nokta ise cinsiyetçilik. Her yerde olan cinsiyetçiliğin erotik filmlere de sirayet etmesi bana hiç şaşırtıcı gelmiyor ne yazık ki. Erotik film furyasındaki yönetmenler, yapımcılar, erkek oyuncular erotik film furyasını takip eden  western, çizgi roman vs. uyarlamaları başta olmak üzere bir sürü yeni filmde oynarken piyasa erotik filmlerde rol alan kadınlara sırt dönmüştür adeta. Bir döneme güzellikleri ve cesur rolleriyle damga vuran kadın oyuncular erotizm furyası sonrası Yeşilçam’ın lanetli kadınları gibi olmuşlardır. Sektör erotizm furyasındaki erkek oyunculara kucak açarken kadın oyuncuları ise görmezden gelmiştir çoğu kez.

Sarı Mercedes filmine kişisel bir bakış

İlyas Salman’ı çok severim, araba öykülü filmlerde de bir başka başarılıdır. Çiçek Abbas’ta minibüsüne olan aşkı Sarı Mercedes filminde Balkız’a olan aşkıyla örtüşür. Birbirinden farklı bu iki filmde de İlyas Salman aynı duyguları hissettirir. Sarı Mercedes filmiyle alakalı nice yazıya, analize rastlamak mümkün. Ben bu kez bu efsanevi filme bir başka açıdan bakmak istiyorum.

Film aslında her saniyesinde bir anlamda otobiyografik izler taşıyor. Filmin başında her ne kadar tırnaklarıyla kazıyıp hayallerine kavuşan bir adam portresi görsek bile öykü aktıkça aslında Bayram'ın ne kadar kötü ve sinsi olduğunu görebiliyoruz. 

Bayram sarı ve ihtişamlı arabasına kavuşur kavuşmaz Solmaz'la arabanın arka koltuğunda sevişiyor. Üstelik Solmaz'ı "başkası olsa arabaya almazdım" diyerek övmeye çalışırken daha da aşağılıyor. Alt benlikte aslında Solmaz arabadan bile değersiz. Üstelik Türkiye'ye götürme karşılığında seviştiği Solmaz'ı giderken arabasına almıyor. Bayram'ın gönlü aslında el vermiyor Solmaz'ın arabaya binmesine ama Solmaz'la baş başa kalacak bir yeri bile yok o kadar yoksul aslında Bayram. Daha öykünün başında karakteri belli oluyor Bayram'ın. Zaten Bayram Almanya'ya gelirken de en yakın dostunu kazıklayarak geliyor, yarini geride tek başına bırakıyor ve bunları yaptığı için kendisini haklı görecek kadar da bencil davranıyor. Kimseyi beğenmiyor, nikâhına almadan dokundurtmaz dediği yarini beğenmiyor, kazık attığı arkadaşını beğenmiyor, arabaya attığı hemen sevişmeyi kabul eden Solmaz'ı da beğenmiyor, vapurda arabasını görür görmez kendi tabiriyle "altına yatmayan" kadını da beğenmiyor. Sadece kendini haklı bulup önemsiyor keza tek hayaline kavuştuğu için kendini vicdanen rahatlatıyor. 

Sonuna baktığımızda ise aslında kazada o darbeleri Mercedes değil Bayram alıyor. Filmin sonunda Bayram köyüne dönmüştür artık ve başladığı yerin bile gerisindedir.



23 Ağustos 2021 Pazartesi

Türk Sinemasında 70’lere bakış ve 70’lerin en iyi 20 filmi

Sinemamızın tarihinden başlayarak ilerleye ilerleye geldik 70’lere. 60’lı yıllardaki Türk sinemasının tadına halen doyulmadığını söyleyebiliriz. En güzel filmler çekildi aslında. Artık kimse bir daha o noktaya gelemez Türk sinemasında ama yine de hadi bakalım 70’lere. 60’lar listemde 10 en iyi film listemi vermiştim bu kez daha bonkör davranıp 20 filmlik bir liste yapacağım. Aslında en iyi 10 film tabiri 60’lar için yetmez tüm filmler muhteşemdi o dönem. Ama bazıları hepsinden farklıdır değil mi?

70’lerde sinemamızda film yelpazemiz daha da genişlemişti. Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz gibi yönetmenlerimiz hem güldürü hem dram, hem de toplumsal filmler çekerek birbirinden farklı tarzları zaman zaman aynı filmlerde de başarıyla harmanlarken, bana göre tüm zamanların en iyi Türk yönetmeni Metin Erksan ise TRT için çektiği orta metraj öykülerde çok farklı denemelerde bulunarak o ana dek hiç bilmediğimiz pencereler açıyordu zihnimizde. Yılmaz Güney güçlü kalemiyle toplumsal ve derin anlatımlı öykülerini sinemaya sunarken aynı zamanda izleyiciyi de filmlerinin içine dahil edebiliyordu. Bu dönemde bir kadın yönetmen de sinemamızda fark yaratıyordu. Türkân Şoray 70’li yıllarda birbirinden muhteşem üç filmde –Dönüş, Azap, Bodrum Hakimi- yönetmenlik yaparak oyuncu olarak damgasını vurduğu Yeşilçam’da yönetmen olarak da iz bırakıyordu.

Hadi bakalım şimdi gidelim 70’lere. İşte benim en iyi 70’ler listem;

1.       Umut / 1970 Yılmaz Güney, Şerif Gören

2.       Canım Kardeşim / 1973 Ertem Eğilmez

3.       Selvi Boylum Al Yazmalım / 1977 Atıf Yılmaz

4.       Sürü / 1979 Zeki Ökten

5.       Gelin / 1973 Lütfi Ömer Akad

6.       Maden / 1978 Yavuz Özkan

7.       Otobüs / 1974 Tunç Okan

8.       Dönüş / 1972 Türkân Şoray

9.       Ağıt / 1971 Yılmaz Güney

10    Dila Hanım / 1976 Orhan Aksoy

11    Aile Şerefi / 1976 Orhan Aksoy

12   Kibar Feyzo / 1978 Atıf Yılmaz

13   Kapıcılar Kralı / 1976 Zeki Ökten

14   Tosun Paşa / 1976 Kartal Tibet

15    Köprü / 1975 Şerif Gören

16    Hababam Sınıfı / 1975 Ertem Eğilmez

17    Yusuf ile Kenan / 1979 Ömer Kavur

18    Müthiş bir tren / 1975 Metin Erksan

19    Bodrum Hakimi / 1976 Türkân Şoray

20    Süt Kardeşler / 1976 Ertem Eğilmez


KİESLOWSKİ'YE KISA BİR BAKIŞ

Hadi biraz da sınırları aşalım, her şeyi bir yana bırakıp dünya sinemasına uzanalım ve efsanevi yönetmen Kieslowski'den biraz bahsedelim. 

Kieslowski kendi hayatından izleri filmlerine konu olarak olmasa da çoğu kez bakış açılarıyla yansıtan bir isim. Bunun için Kieslowski'nin çocukluk çağlarına bakmamız yeterli.

Kieslowski’nin çocukluk çağlarında babasının veremle boğuşması tüm ailesini derinden etkiliyor öyle ki Kieslowski bir süre sürüncemede kalıyor. Mesela en büyük hayali itfaiyeci olmak ve insanlara yardım etmek. Ailesinin buna karşı çıkmasına rağmen inatla itfaiyeci oluyor ancak kısa zaman sonra ailesinin dediği gibi itfaiyeci olmasının mantıksız bir karar olduğunu kabul ediyor. Kieslowski bunu sonraları “deneyimlemek en güzel derstir” diye açıklayacaktı. Esasen bunun altında bir kurtulma isteği olduğunu görmek zor değil. Sürüp giden senelerde arayış süreci bir süre daha devam ediyor aslında tek isteği kafasında çizdiği dünyayı insanlara göstermek, ancak bunun yolunu önceleri insanlara yardım etmek için itfaiyeci olarak sağlamak istese de çok geçmeden sinemanın daha doğru yol olduğunu düşünerek Lodz film okuluna giriyor.


İlk aşamada belgesel ve tv yapımları üzerinde duruyor ve daha çok hayatın olağan akışına kapılarak yaptığı çalışmalarla ilerliyor. Hayatın gerçekliği üzerinden ilerlemek sinemanın büyüsüne kapılmasını sağlıyor. Bazen bozkırdaki bir kuru ağaç ya da ıssız bir köyde güneşi arayan köpekleri yansıtıyor. Bana kalırsa 1966’dan itibaren yaptığı "Tramvay", "Fotoğraf", "Fabrika" gibi yapımları başta olmak üzere 1979 senesinde yaptığı "Amatör" adlı filme kadar hep bir arayış içerisinde bulunuyor.

79 sonrası ise daha realist ve vurucu eserler üretmeye başlıyor. "Dekalog" sonrasında gelen, "Öldürme üzerine kısa bir film", "Aşk üzerine kısa bir film",     Veronique’nin ikili yaşamı" ve "üç renk" serisi yönetmenin en başından bakıldığında kişisel bir biyografisi gibi. keza her film biraz Kieslowski’dir ancak hepsi ayrı ayrı filmlerdir çünkü Kieslowski bir dahidir.

Ömrü yetseydi ve tamamlayabilseydi "Cennet", "Cehennem", "Araf" üçlemesinde de bambaşka yönlerini görebilirdik. Çünkü her zaman farklı çekim açıları ve öykü anlatımları vardı ve bize kim bilir daha ne öyküler izletecekti.

20 Ağustos 2021 Cuma

Türk Sinemasında sinema dönemleri

Türk sinemasında geçmişten günümüze bakıldığında oluşum ve gelişim sürecinde geçen aşamaları dönemlere ayırabiliriz. Keza geçmişten günümüze bakıldığında bazı dönem adlandırılmalarının yapıldığını görebiliriz.


Dönemsel olarak bakarsak;

1923 ve 1939 arası Tiyatrocular Dönemi

1939 ve 1952 arasında biraz da ikinci dünya savaşı ve siyasi, politik belirsizliklerin etkisinde kalan Geçiş dönemi.

1952-1963 arasında bana kalırsa günümüzde dahi devam eden Yeni Sinemacılar Dönemi olarak adlandırılır.. 

Her ne kadar böyle dönem sınıflandırmaları olsa da örneğin Metin Erksan bu dönemlerin ülkenin içinde bulunduğu siyasi konjonktüre göre şekillendiğini ve ülkenin içinde bulunduğu duruma göre sinemanın şekillendiğini savunur. Yani kısacası bu ayrıma giderken ülkedeki siyasi gelişmelerin sanat üzerindeki etkisini göz ardı etmemeyi savunmuştur. 

Ancak ben burada çok sevdiğim Metin Erksan'dan farklı bir görüş taşımaktayım. Evet sinemamız doğal olarak ülkenin içinde bulunduğu şartlardan etkilenmiştir ancak bu tüm dünyada yaşanan bir süreçtir. Örneğin 1939-1945 ikinci dünya savaşı yıllarında ve sonrasında ağırlıklı olarak savaş ve zafer konulu filmler dünya sinemasında epey ses getirmiştir. Ancak sonrasında yeni sinemacılar geliştikçe filmlerin konusu da dönemin yapısına göre şekillenmiştir. Bu beklenen bir durumdur ancak Metin Erksan'ın bazı filmleri bulunduğu döneme ait işler değildir. Türkiye'de sansüre uğrasa da dünya sinemasında iz bırakmış ve Türkiye'nin içinde bulunduğu durumlardan etkilenmeden farklı bir sinema diliyle anlatılmış nice filmleri vardır. Genel manada sinemacılar içinde bulundukları toplumun psikolojik yansımalarından etkilenseler de bana kalırsa bu etkiler altında da olağanüstü farklı filmler yapılabilmiştir. 

1960'lar Türk Sinemasının en iyi filmleri

Şahsi kanaatimce sinemamızın kendi dilini yarattığı, anlatım zenginliği yakaladığı ve tarihsel anlamda en önemli adımlarını attığı dönem altmışlı yıllardır. Bu dönemde filmlerimiz ulusal sınırları aşarak dünya çapında tanınır hale gelmiştir. Metin Erksan'ın Susuz Yaz filmi Berlin Film Festivalinde büyük ödül olan Altın Ayı ödülünü kazanmıştır ve bu sinemamızın ilk uluslararası ödülü olarak tarihe geçmiştir. Genellikle siyah beyaz filmler çekebilsek de bu olanaksızlık dönemin filmlerine muhteşem bir ekol ve samimiyet katmıştır. Öyle ki o dönem yapılan filmlerimizi renkli halde düşünemiyorum bile... Türk sinemasının üretken bir dönem yaşadığı bu yıllarda zirveye çıkmış sinemamız 1966 yılında en çok film çekilen birkaç ülkeden biri haline gelmiştir. Bu dönemde sinemamız geçmişten geleceğe beyazperdeye damga vuracak Cüneyt Arkın, Sadri Alışık, Ayhan Işık, Fatma Girik, Türkân Şoray, Kartal Tibet gibi isimleri armağan etmiştir. Bu yayında naçizane kendi açımdan altmışlara ait en iyi 10 filmi listelemek istiyorum. 

1. Sevmek Zamanı / 1965 Metin Erksan

Daha önceki yazımda bahsettiğim gibi sinemamız açısından çok önemli bir filmdir Sevmek Zamanı. Fars edebiyatından örnekler sunan bu müthiş film bana kalırsa Metin Erksan'ın en iyi filmi olduğu gibi döneminin de en iyi filmidir. Her sahnesi bir fotoğraf karesi gibi olan bu film bugün bile hâlen en iyi filmlerimizden biridir.

2. Susuz Yaz / 1963 Metin Erksan

Sansür ve baskılar nedeniyle bir eski otomobilin bagajında kaçırılan bu film adeta sinemamızın tarihini değiştirmiştir. Birçok kişiye göre belki de Türk Sinemasının en iyi filmi olarak kabul edilse de ben sıkı bir Sevmek Zamanı hayranı olduğum için kendi 60'lar listemde 2. sıraya koydum. Altın Ayı ödülü alan film aynı zamanda ülkemizin ilk uluslararası ödülünü kazanma başarısını göstermiştir.

3. Gurbet Kuşları / 1964 Halit Refiğ

Cüneyt Arkın'ın ilk parladığı film de diyebiliriz bu film için..Orhan Kemal'in aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan bu muazzam film en sevdiğim izlemeye doyamadığım filmlerden biridir.

4. Gecelerin Ötesi / 1960 Metin Erksan

Metin Erksan'ın uluslararası çapta işler yapmaya doğru giderken geçtiği yollardan biri de kara film olarak bilinen tarzda da denemekler yapmasıdır. Geniş bir bakış açısıyla aşk, drama ve insani öğeleri filmlerinde her açıdan kullanan Erksan bu filminde o dönem sinemamızda pek denenmemiş ya da denense de başarılı olunamamış bir kara film örneğiyle izleyiciyle buluşmuştur. Bu sıra dışı film benim listemde 4 numara.

5. Karanlıkta Uyuyanlar / 1965 Ertem Göreç

Sinemamızın ilk işçi filmi diyebiliriz bu film için. Filmde, bir fabrikada çalışan fabrika işçilerini ve  sonradan zenginleşen fabrika sahibini iki ayrı bakış açısıyla görürüz. Fabrika sahibinin bir türlü köklerinin bulunduğu mahalleden ve işçi arkadaşlarından kopamamasını ve sendikalaşmanın önemini, işçi haklarını, grev hakkını, işçi ve işveren ilişkilerini farklı bir yapıda anlatır. Bu film belki de 80'li yıllarda irdelenecek ya da bazı filmlerde kısa karakter dönüşümleriyle kendisini daha da çok gösterecek sol yapılı filmler için de bir örnek teşkil eder.

6. Yılanların Öcü / 1961 Metin Erksan

Sıkıldınız biliyorum ama benim Metin Erksan takıntım bitmez. Döneme damga vuran Erksan'ın en iyi işlerinden biri de Yılanların Öcü filmidir. Fakir Baykurt'un aynı adlı romanından uyarlanan film her ne kadar Şerif Gören tarafından 1985'de yeniden çekilse bile ben ilk halini daha çok severim. 

7. Hudutların Kanunu / 1967 Ömer Lütfi Akad

Toplumsal gerçekçi filmlerimiz arasında belki de en sert ve gerçekçi olanı olarak bu filmi gösterebiliriz. 64.Cannes film festivalinde iade-i itibar yapılmış ve layık olduğu değeri geç de olsa görmüştür. 

8. Ah Güzel İstanbul / 1966 Atıf Yılmaz 

Asıl etkisini 80'lerde hissettirecek olsa da Atıf Yılmaz sinemasının temelleri 60'lara dayanır. Sadri Alışık ve Ayla Algan'ın resital yaptığı bu film benim 60'lar listemin 8 numarası.

9. Ezo Gelin / 1968 Orhan Elmas

Aslında bu öykü 3 kez filme çekilmiştir. Orhan Elmas 1955 senesinde Hümaşah Hiçan ve Mahir Özerdem'i başrollerde oynattığı bu filmi 1968 senesinde yine Fatma Girik ve Turgay Toksöz'e başrolleri vererek bir kez daha beyazperdeye taşımıştır. Ayrıca 1973 senesinde Feyzi Tuna tarafından çekilen ve başrolde Fato'ya bu kez Kadir İnanır'ın eşlik ettiği bir versiyonu daha vardır.  Ben en çok 1968'de çekilen halini severim. 

10. Vesikalı Yarim / 1968 Ömer Lütfi Akad

Metin Erksan kadar döneme damga vuran bir isim de Lütfi Akad. İzzet Günay ve Türkân Şoray'ın başrollerinde olduğu bu muhteşem film her izleyişte hüzünlü bir his bırakır kalplerde. Yine de kalbiniz kırıkken bu filmi izlemeyin daha çok ağlarsınız benden söylemesi. 



19 Ağustos 2021 Perşembe

#Film Analizleri; SEVMEK ZAMANI

Sevmek Zamanı çok müstesna bir eserdir. Bu yazımda filmle farklı bir pencereden bakmak istedim.

Dönemin popüler film kültürüne zıt olarak aşkı irdeleyen ve daha kişisel bir bakış açısı sunan Sevmek Zamanı filmi aslında hep yaşayan bir film olmuştur. keza 60’lı yılların popüler film çizgisine gerek konusu, gerek anlatım tarzıyla farklı bir üslup getiren bu film o dönemler tam olarak kabul görmemiştir. Salon bulamayan, anlam verilemeyen bu film nihayet yıllar sonra izleyicisi için bir umut ve aşk olmuştur. Aynı film içindeki öykü gibi. Aynı Halil’in fotoğrafını gördüğü Meral’e aşkı gibi, izleyiciler de afişine bakıp konusu hakkında düşüncelere kapıldıkları bu filmle Halil’in ansızın Meral’le karşılaşması gibi yıllar sonra aniden karşılaşmışlardır.


Daha çok fars edebiyatında öykülendirilen, bir imgeye aşık olup onun gerçeğe dönüşüyle daha da umutsuz bir hâl alan aşk öyküsü bu filmde çok zenginleştirilerek incelenir. Mesela bir fars edebiyatı anlatısında Leyla ile Mecnun aşkından bahsedilir. Bilenler bilir.. Mecnun cehennem ateşi gibi kavrulan çölde yürürken hep Leyla’yı hayal eder, ansızın Leyla çıkar karşısına ve “ dur artık Mecnun ben geldim” der.. Ancak Mecnun bunu umursamaz. “sen benim düşlerimdeki Leyla değilsin” der. Aslında bu içten içe bir korkudur. Çünkü Mecnun karşısında beliren Leyla’ya aşkla bağlıdır ancak onun çölde bir vaha gibi hayal olmasından korkmaktadır. Düşlerindeki aşkı kaybetmektense tahayyül edemediği Leyla’yı kaybetmeyi yeğler. Elindeki hayalle mutludur çünkü.

Kimi zaman halk edebiyatında da rastlanılan bu aşk öyküsü filme de ayrıca renk ve ilham katıyor. her izlediğimde aynı hissi tadıyorum.

Halil: resmin sen değilsin ki? resmin benim dünyama ait bir şey. ben seni değil resmini tanıyorum. belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.

Meral: bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.

Halil: evet. bu korku sevdiğim bir şeye ebediyyen sahip olmak için çekilen bir korku. ben senin resmine değil de, sana âşık olsaydım ne olacaktı? belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. belki de alay edecektin sevgimle. halbuki resmin bana dostça bakıyor.

#Kayıp Filmler; CASUS

Bir önceki yayında bahsettiğimiz Pençe filmi sonrasında aynı yıl Casus adlı film de çekilmiştir. Sedat Simavi Pençe filminde çalıştığı aynı ekiple Casus adlı filmi de çekmiştir..


Filmde halen sürmekte olan birinci dünya savaşında bir casusun serüveni anlatılır. Bir başka ülkede casusluk yapan bir askerin gittiği ülkede bir kadına aşık oluşuyla yaşadığı sevgi, korku ve kendisine ihanet süreci dramatik olarak anlatılır. Casus ve aşık olduğu kadın sınırda bir ağaç altında buluşup dertleşir ve belirsiz geleceklerinden, sevgilerinden ve kaygılarından bahsederler. Filmle alakalı olarak duyduğum en ve tek net öykü bu.

Ne yazık ki kopyası günümüze kadar ulaşamayan bu "kayıp" filmle alakalı olarak tarihsel anılardan elde ettiğim konu anlatıları ve bilgiler bu şekilde.

bu filmleri izleyememiş olmak gerçekten çok büyük şanssızlık.

# Kayıp Filmler; PENÇE

1917 yapımı bu Türk filmi Mehmet Rauf’un aynı adlı dört perdelik oyunundan Sedat Semavi tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanmıştır. Günümüze ulaşmayan bu "kayıp" filmde aşk ve şehvet düşkünü bir kadınla ilişki yaşayan Pertev ve evli bir kadına aşık olup kendi ailesinin dağılmasına sebep olan Vasfi’nin öyküleri anlatılır. Sinemamızın ilk konulu filmi olarak kabul edilen film aynı zamanda seyirci karşısına çıkan ilk filmdir.


Ancak ne yazık ki bu filmin günümüze kadar ulaşan bir kopyası yoktur. 


Türk sinemasının yaşayan tarihi; 1940'lar'a ikinci bakış

Blogda daha evvel sinemamızın 1920, 1930 ve 1940 yıllarından itibaren yaşadığı sürece göz atmıştık. Esasında Osmanlı dönemindeki sürece de eğildiğim çalışmalarım mevcut ancak bu yayında 1920 ve 1930 sonrası 1940'lardan başlayan zaman dilimine daha önceki yazıdan farklı bir bakışla ışık tutmak istiyorum. 

Sinemamızda bir takım kabul edilmiş dönemler vardır. 1920'den başlayarak yaklaşık 20 seneyi kapsayan süreç tiyatrocular dönemi olarak kabul edilir. Hatta bu döneme türk sinemasında Muhsin Ertuğrul dönemi de diyebiliriz keza Muhsin Ertuğrul yaklaşık 20 yıl türk sinemasında büyük bir ekol oluşturup bir çok eser sunmuştur. 1940 senesine geldiğimizde yavaş yavaş sinemamızda tiyatroculardan bir geçiş dönemi etkisiyle yeni sinemacılara doğru bir geçiş yaşanır. Artık tiyatral oyunculukların yerini daha alaylı isimler almaya başlamış yeni oyuncular keşfedilir olmuştur. Ülkemizde Atatürk'ün aramızdan ayrılmasıyla başlayan endişe hali tüm dünyada ise 2.dünya savaşıyla kendisini hissettiriyordu.

Bu dönemde en göze batan nokta ise sinemamızda kendi özgün tarzını yaşatmaya çalışan filmlere yönelik bir atılım yapıldığıdır. Bu dönemde filmlerimiz genellikle dönemin kendi sosyal ve ekonomik imkânlarına göre çekilir. Bu nedenle zaman zaman üretkenlik eldeki imkânların durumuna göre azalıp artmıştır. 1940 yılında çekilen Akasya Palas, Nasreddin Hoca düğünde, Şehvet Kurbanı ve Yılmaz Ali filmleri dönemin etkilerinin en net hissedildiği filmlerdir. Bu arada yeri gelmişken analım.. Sevgili Sühely Eğriboz'un ilk filmidir Akasya Palas ve yine Şehvet Kurbanı filmi de sevgili Halit Akçatepe'nin ilk filmidir. Ancak bu filmler eldeki imkânlar neticesinde kimi zaman izleyiciye sunulmak için birkaç sene beklemek zorunda kalmıştır. Gelişim sürecinin etkilerinin devam ettiği dönemde en üretken seneler ise 49 filmin çekildiği 1947 ve 1950 arası süreçtir. Bu süreçte sinemamız yavaş yavaş endüstri haline gelmiş ve film çekim ve yayınlama süreleri hız kazanmıştır.

Kim?

Ufuk Kurt/1983/İstanbul Bağımsız, karşılıksız ve kişisel sinema anlayışıyla kendi senaryolarımı filme çekiyorum. "Ölüm Düşleri...