19 Ocak 2018 Cuma
# Film Analizleri; Sultan
Filmle ilgili yazıya arşivimde bulunan bir set hatırasıyla başlamak istedim. 1978 yılı yapımı komediyle soslanmış drama tarzında bir yapıda ilerleyen Sultan filminde dönemin gecekondu mahallesindeki kültür ve yaşam tarzı perdeye aynen aktarılmış. Yavuz Turgul'un ince detaylarla süslediği ve Kartal Tibet'in harika şekilde perdeye aktardığı film, izleyici dramı içinde hissederken bir anda güldürebilen sahnelere sahip oluşuyla her defasında izleyiciyi de kolayca içine alıyor.
Yerel bir mahalle öyküsünde yer alan uluslararası göndermeler epeyce dikkat çeker. İlyas Salman'ın canlandırdığı bekçiye film boyunca komiser Colombo'ya atıfta bulunarak "Kolombo" denmesi, eşinin adı Melek olan Erdal Özyağcılar'ın oynadığı karaktere Çarli'nin Melekleri filmine gönderme yapılarak "Çarli" denmesi hep ince mesaj dolu espriler..
Bulut Aras'ın kariyeri boyunca en iyi rolünün bu filmdeki rolü olduğunu düşünmüşümdür hep. Daha sonra onlarca filmde izlesem de benim için hep fotoğraf çektirirken tek kaşını kaldıran cevval minibüs şoförü Kemal'dir O.. Hele Ferdi Tayfur'un Derbeder filminin mahallece izlendiği sahnede yanında çalışan muavin sinemada Ferdi baba diye haykırırken "sus lan medeniyetsiz ahır mı burası" diye ayar çekişi her defasında ayrı hoşuma gider.
Türkân Şoray'ı oyuncu olarak asla çok iyi bulmadım ama kimi zaman oynadığı filmlerle inanılmaz iyi bir etkileşim kuruyor ve zirveye çıkıyor. Bu da o filmlerden biri.
Şener Şen her zaman olduğu gibi yine inanılmaz. Adile Naşit, İhsan Yüce, Hikmet Gül, Tuncer Sevi İlyas Salman.. kısaca herkes ayrı ayrı harika bu filmde. Sultan'ın küçük ve afacan yavrusunun "çokomel feryadına" binaen arkadaşının "fakir semtlere reklamlar yasaklanmalı" repliği, Kavanoz Nuri'nin "cinayet hazırlığı var" repliği başta olmak üzere her biri harika detaylı replikler.
Filmin Konusu;
"İstanbul'un gecekondu semtlerinden birinde geçen filmde muhtarın yakışıklı, genç ve varlıklı oğlu minibüsçülük yapmaktadır. Mahalledeki tüm gözde kızlarla ilişki kuran muhtarın oğlu Kemal bir gün dul ama oldukça çekici bulduğu Sultan'ı elde etmeyi planlar. Ancak çetin ceviz çıkan Sultan bu yakışıklı gence her kuşun etinin yenmediğini gösterecektirç Öte yandan muhtar kamu arazilerine yapılan bu gecekonduları yakın civardan geçecek yol nedeniyle talip olan mütteahhitlere satıp kâr etmek istemektedir. Bu durum sonucunda mahalleli ve muhtar arasında kıyasıya bir çekişme başlar. Mahallede kalmaya inat eden Sultan sonunda çocukları ve bir kaç komşu aileyle göç etmek zorunda kalır ancak Kemal artık aşık olmuştur ve bu sevdadan vazgeçmez. Sultan'ın peşinden gitmeye karar verir. "
Sultan ne zaman eline kazmayı alıp kendi evine kimseyi dokundurtmadan yıkıyor ya, işte ben o zaman hep ağlıyorum. Bizim bu gözyaşlarımıza sinemada dram diyorlar.
16 Ocak 2018 Salı
# Film Analizleri; Otobüs Yolcuları
1961 yılı yapımı bu politik drama tarzı filmin senaryosunu Vedat Türkali yazmış, yönetmenliğini ise Ertem Göreç yapmştır. Ayhan Işık, Türkân Şoray ikilisine Atıf Kaptan, Salih Tozan, Mualla Sürer, Avni Dilligil, Reha Yurdakul, Senih Orkan gibi oyuncular eşlik etmiştir.
Filmde esasen 27 Mayıs darbesi sonrası patlak veren Güvenevler Dosyasıyla alakalı inşaat yolsuzluğunu ve günümüzdeki arazi mafyalarının başlangıç yıllarını anlatan toplumsal ve çoğu kez gerçekçi bir denemedir.
Bir mütteahhitin kızıyla bir otobüs şöförünün aşkı klasik yeşilçam melodramı gibi başlasa da toplumsal bir başkaldırı filmine evriliyor.
Aydın ve ileri görüşlü bir otobüs şoförü olan Kemal yolcularından üniversite öğrencisi olan bir kıza ilgi duymaktadır. Kızın babası ise aslında site yapmak vaadiyle fakir mahalle halkını kandırıp sömüren bir dolandırıcıdır. Kemal aşkına rağmen ezilen sınıfla birlik olup fakir mahallesiyle bütünleşip sevdiği kızın babasına karşı bir başkaldırı tavrında bulunur.
Filmde eski İstanbul sokaklarının güzelliği görmek ve o dönem karşı konulan rantlaşmanın süren yıllar boyunca günümüzde İstanbul'u ne kadar yozlaştırdığına tanık olmak insanın içine dokunur her defasında..
Filmde esasen 27 Mayıs darbesi sonrası patlak veren Güvenevler Dosyasıyla alakalı inşaat yolsuzluğunu ve günümüzdeki arazi mafyalarının başlangıç yıllarını anlatan toplumsal ve çoğu kez gerçekçi bir denemedir.
Bir mütteahhitin kızıyla bir otobüs şöförünün aşkı klasik yeşilçam melodramı gibi başlasa da toplumsal bir başkaldırı filmine evriliyor.
Aydın ve ileri görüşlü bir otobüs şoförü olan Kemal yolcularından üniversite öğrencisi olan bir kıza ilgi duymaktadır. Kızın babası ise aslında site yapmak vaadiyle fakir mahalle halkını kandırıp sömüren bir dolandırıcıdır. Kemal aşkına rağmen ezilen sınıfla birlik olup fakir mahallesiyle bütünleşip sevdiği kızın babasına karşı bir başkaldırı tavrında bulunur.
Filmde eski İstanbul sokaklarının güzelliği görmek ve o dönem karşı konulan rantlaşmanın süren yıllar boyunca günümüzde İstanbul'u ne kadar yozlaştırdığına tanık olmak insanın içine dokunur her defasında..
15 Ocak 2018 Pazartesi
# Film Analizleri; Hınç
Bu filmle ilgili ilk söylemek istediğim nokta dehşetin hakim olduğu sahnelerle ilgili.. Filmin takriben 70. dakikasından sonra film başından beri sabreden Cüneyt abimiz bu dakikadan sonra dillere pelesenk olan efsanevi repliğini söylerek seri katliamlara başlıyor ve Türk Sinemasının belki de en kanlı en ve dehşet cinayet sahnelerinin yaşandığı bir finalle film son buluyor.
Cüneyt abimiz "ben kemal geliyorum" diyerek korkuyu salarak önce bir eski oto tamircisine gidiyor. Buradaki intikamını alırken Kudret Karadağ abimizin canlandırdığı Abbas karakterine "öp ayağımı" diyor ve Abbası eski kasa bir transitin kaputuna bağlayıp duvara çarpa çarpa öldürüyor. Saldığı korku seli şantiyeye ulaşan Kemal kısa sürede şantiyeye ulaşıp biçer döverle kendine yaklaşanları parçalayarak intikamını alıyor ve son noktada yakaladığı düşmanına ayağını öptürüp taş kırma makinesine atarak dehşet bir sahneye daha imza atıyor. İntikam rüzgârı süren Kemal bu kez meşhur telefon repliğini tekrarlayarak fabrikadaki düşmanlarına korkuyu verip kiremitlerle ezerek alıyor bu kez intikamını. Öncesinde yine ayağını öptürüyor. Son intikam öncesi bir asansörün altına tutunarak en üst kata ulaşıyor ve az önce tutunduğu kancaya düşmanını asarak en alt kata iniyor ve intikam yolculuğunu tamamlıyordu.
Türk Sinemasının en uçlarda gezen sahneleriyle bezenmiş bu 1976 yapımı filmde Komiser Kemal'in hikâyesi işleniyor. Talihsiz bir şekilde hapse düşen Kemal burada bir çok işkenceye maruz kalır, zamanında hapse tıktığı bir mafya babası Kemal'den intikam almak için yakınlarını öldürür ve türlü türlü acılar yaşatır. Film boyu sabrıyla insanı çıldırtan Kemal en sonunda kayışı kopartır ve psikopatik sahneler başlar. Senaryosunu Erdoğan Tünaş'ın yazdığı filmin yönetmeni ise sevgili Natuk Baytan. Filmde Cüneyt abimize Hakkı Kıvanç, Kadir Kök, Cem Erman, Kudret Karadağ, Yavuz Selekman, Turgut Özatay gibi yeşilçam kahramanları eşlik etmiş.
14 Ocak 2018 Pazar
# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1930'lar
1930'lu yıllara geldiğimizde Türk Sinemasında daha çok tiyatrocular dönemi hakimdi.. Ki bu durum 30'ların sonuna dek sürdü. 30'lu yıllarda Türk Sineması üretkenliğini ve gelişimini arttırarak sürdürdü. 1940 yılına dek geçen sürede resmi kayıtlara göre 18 film çekildi. 1931 yılında izleyiciye sunulan "İstanbul Sokaklarından" filmi sonrası 1932 yılında "Bir Millet Uyanıyor" filmi çekilmiştir.
30'larda daha üretken olmaya başlanan yıl ise 1933'tür. Bu yıl içinde tam 7 film izleyiciye sunulmuştur. "Cici Berber", "Düğün Gecesi", Kanlı Yol" bu filmlerden bir kaçıdır. 1934'te sinemamıza yeni bir soluk katan Muhsin Ertuğrul'un ilk kez denediği bir tarz olarak köy konulu bir film olan "Aysel; Bataklı Damın Kızı" filmi çekilmiştir.
Aynı Yıl daha önce yarım kalan "Leblebici Horhor Ağa" ise yeniden çekişmiş ve bu film 2. Venedik film festivalinde yer almıştır. Bu film ile Muhsin Ertuğrul onur ödülü almış olup en iyi yönetmenler arasında adı anılmıştır. Bu ödül Türk Sineması adına alınan ilk ödül olarak kabul edilmektedir.
1930'lu yıllarda süren tiyatrocular devri 1939'da tiyatro kökenli olmayan Faruk Kenç'in çektiği "Taş Parçası" filmiyle bir anlamda son bulmuştur. Reşat Nuri Güntekin'in aynı adlı kitabından uyarlanan bu filmde, başka biriyle ilişkisi olduğunu öğrendiği annesinin yaşadığı bu ilişkiyi babasına haber veren bir gencin öyküsü anlatılır. Bu film "tiyatroculardan" "sinemacılar devrine" geçiş filmi olarak anılır.
30'larda daha üretken olmaya başlanan yıl ise 1933'tür. Bu yıl içinde tam 7 film izleyiciye sunulmuştur. "Cici Berber", "Düğün Gecesi", Kanlı Yol" bu filmlerden bir kaçıdır. 1934'te sinemamıza yeni bir soluk katan Muhsin Ertuğrul'un ilk kez denediği bir tarz olarak köy konulu bir film olan "Aysel; Bataklı Damın Kızı" filmi çekilmiştir.
Aynı Yıl daha önce yarım kalan "Leblebici Horhor Ağa" ise yeniden çekişmiş ve bu film 2. Venedik film festivalinde yer almıştır. Bu film ile Muhsin Ertuğrul onur ödülü almış olup en iyi yönetmenler arasında adı anılmıştır. Bu ödül Türk Sineması adına alınan ilk ödül olarak kabul edilmektedir.
1930'lu yıllarda süren tiyatrocular devri 1939'da tiyatro kökenli olmayan Faruk Kenç'in çektiği "Taş Parçası" filmiyle bir anlamda son bulmuştur. Reşat Nuri Güntekin'in aynı adlı kitabından uyarlanan bu filmde, başka biriyle ilişkisi olduğunu öğrendiği annesinin yaşadığı bu ilişkiyi babasına haber veren bir gencin öyküsü anlatılır. Bu film "tiyatroculardan" "sinemacılar devrine" geçiş filmi olarak anılır.
# Film Analizleri; Düttürü Dünya
Umur Bugay'ın yazdığı ve Zeki Ökten'in yönettiği 1988 yapımı bu filmde Ankara'nın soğuk ve sıkıcı atmosferi filme oya gibi işlenmiş. Mehmet'in sanatçı ruhu ile varoş bir yaşam mücadelesi vermesi ve hayata dair umutlarını klarnetine işlemesi filmin alt metniyle izleyiciye sunduğu müthiş anlatımı üst seviyeye taşımıştır. Sevgili Zaim Güvenç, Cezmi Baskın, Birsen Dürülü ve Orhan Çağman'ı da anmadan geçmek olmaz.
Ankara’nın yoksul gecekondu semtlerinin birinde oturan Mehmet geceleri klarnet çalarak hayatını kazanmaktadır. Biri özürlü üç çocuğu ve karısını geçindirebilmek için, çeşitli ek işler yaparak yaşamını sürdürür. Oturduğu gecekonduyu, kayınbiraderi bir müteahhite satınca, yaşamı iyice alt üst olur.
Kemal Sunal'ın komedi filmlerinden sıyrılıp toplumsal filmlere geçiş yaptığı zamanlara denk gelen bu film sistem eleştirileri ile de oldukça etkili mesajlar vermiştir. Zaim Güvenç'in müthiş rol kabiliyeti de filme ayrıca renk katmıştır. En ufak sahnede bile ince ince işlenmiş alt mesajlar vardır adeta. İşçilerin inşaatta kolaya ekmek doğraması, kayınbiraderin elindeki poşetten bir mandalina vermesi ve Mehmet'in bu mandalinayı tam yiyecekken aile arasında pay etmesi oldukça etkileyici sahnelerden bir kaçıdır.
Ayrıca assolist gelmeyince müşterileri oyalamak için eski bir pehlivan olan kapıcının sandalye ile güreş tuttuğu sahnedeki orijinallik sanırım dünya sineması için de çok uç bir noktadır. Mehmet'in zihinsel engelli çocuğunun karlı ve gri bir Ankara ayazında çalı çırpı toplayışı, yine aynı zihinsel engelli çocuğun komşulardan birinin karısı evden kaçınca "Ahmet amcanın karısı kaçtı" diye trajikomik sevinci, evin büyük kızının -ki bu rolü Birsen Dürülü harika oynamıştır- biriktirdiği parayı komşunun sol görüşleri sebebiyle hapiste olan oğluna tamamen ideolojik sebeplerle yollaması, gündeliğe giden kadınların aldıkları paranın azlığına isyanları insanı hüzünden hüzne salar.
Rivayet o dur ki sevgili Kemal Sunal'ın en sevdiği filmi bu filmdir. Bunda da haklı olduğunu düşünüyorum. Filmin sonunda her şey bitmişken Mehmet klarnetini alır, oğlu tef çalar. Öylece giderler soğuk ve umutsuz bir şekilde. Bu sahne filmin adeta sembolü gibidir. Ne olursa olsun Mehmet bir duygu adamıdır ve acısını da klarnetiyle yaşar.
Ankara’nın yoksul gecekondu semtlerinin birinde oturan Mehmet geceleri klarnet çalarak hayatını kazanmaktadır. Biri özürlü üç çocuğu ve karısını geçindirebilmek için, çeşitli ek işler yaparak yaşamını sürdürür. Oturduğu gecekonduyu, kayınbiraderi bir müteahhite satınca, yaşamı iyice alt üst olur.
Kemal Sunal'ın komedi filmlerinden sıyrılıp toplumsal filmlere geçiş yaptığı zamanlara denk gelen bu film sistem eleştirileri ile de oldukça etkili mesajlar vermiştir. Zaim Güvenç'in müthiş rol kabiliyeti de filme ayrıca renk katmıştır. En ufak sahnede bile ince ince işlenmiş alt mesajlar vardır adeta. İşçilerin inşaatta kolaya ekmek doğraması, kayınbiraderin elindeki poşetten bir mandalina vermesi ve Mehmet'in bu mandalinayı tam yiyecekken aile arasında pay etmesi oldukça etkileyici sahnelerden bir kaçıdır.
Ayrıca assolist gelmeyince müşterileri oyalamak için eski bir pehlivan olan kapıcının sandalye ile güreş tuttuğu sahnedeki orijinallik sanırım dünya sineması için de çok uç bir noktadır. Mehmet'in zihinsel engelli çocuğunun karlı ve gri bir Ankara ayazında çalı çırpı toplayışı, yine aynı zihinsel engelli çocuğun komşulardan birinin karısı evden kaçınca "Ahmet amcanın karısı kaçtı" diye trajikomik sevinci, evin büyük kızının -ki bu rolü Birsen Dürülü harika oynamıştır- biriktirdiği parayı komşunun sol görüşleri sebebiyle hapiste olan oğluna tamamen ideolojik sebeplerle yollaması, gündeliğe giden kadınların aldıkları paranın azlığına isyanları insanı hüzünden hüzne salar.
Rivayet o dur ki sevgili Kemal Sunal'ın en sevdiği filmi bu filmdir. Bunda da haklı olduğunu düşünüyorum. Filmin sonunda her şey bitmişken Mehmet klarnetini alır, oğlu tef çalar. Öylece giderler soğuk ve umutsuz bir şekilde. Bu sahne filmin adeta sembolü gibidir. Ne olursa olsun Mehmet bir duygu adamıdır ve acısını da klarnetiyle yaşar.
# Film Analizleri; Gölge Oyunu
Yavuz Turgul'un farklı bir sinema dili kullandığı 1992 yapımı film özellikle masalsı anlatımıyla dikkat çekmiştir.
Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin (Şener Şen) bir pavyonda çalışmaktadırlar. Mahmut dürüst bir gençtir. Abidin ise tersine hırsız, yalancı ve çapkındır. Bu arada Sülo adlı bir komisyoncu pavyonda çalışması için patrona Kumru (Larissa Litichevskaya) isimli bir kız getirir. Gazinonun patronu, kızın sağır ve dilsiz olduğunu anlayınca onu kovar. Mahmut ona sahip çıkar ve Abidin’le birlikte yaşadıkları eve götürür. Patron Sülo’ya komisyon olarak verdiği parayı çıkartabilmek için Kumru’yu sigarayla çiçek sattırarak çalıştırmaya başlar. Mahmut, Kumru’nun yanında taşıdığı fotoğraftan Zeliha adındaki annesini aradığını anlar ve ona yardım eder. Sonunda Kumru’nun annesinin hapiste olduğunu öğrenirler. Abidin ile Mahmut, Kumru yüzünden kavga ederler ve arkadaşlıkları sona erer. Abidin yeni bir ortakla başka bir pavyonda çalışmaya başlar ama mutsuzdur ve içindeki bunalım onu intihara kadar sürükler. Mahmut, Abidin’in hayatını kurtarır. Ortaklığa yeniden başlarlar. Bu arada Kumru’nun annesini ziyaret ederler. Annesi de aynı kızı gibi sağır ve dilsizdir. Mahmut Kumru’yu sever ve ilk kez bir genç kızla birlikte olur. Ertesi gün uyandığında Kumru’yu bulamaz ve Abidin’le birlikte her yerde ararlar. Pavyona döndüklerinde hiç kimsenin Kumru’nun varlığından haberleri bile olmadığı yanıtını alırlar. Akıllarına birlikte çektirdikleri bir fotoğraf gelir. Fotoğrafa baktıklarında Abidin ve Mahmut dışında hiç kimsenin olmadığını görürler. Olanların ya da olmayanların bir düş mü yoksa gerçek mi olduğuna anlam veremezler. Ama dışarıda yaşam sürmektedir...
Bu filmi ilkokul çağlarındayken o zamanlar kültür ve sanat dolu yayınlar yapan TRT 2'de izlemiştim. O zamanki teknolojinin kısıtlı olması sebebiyle de daha sonra yeniden izlemek için yıllarca beklemek zorunda kalmıştım. Geçen yıllar içinde dünya çok değişti. Artık hayatımızı abluka altına alan teknolojik gelişmelerin iyi yanları da var elbette. Ben yıllar önce Gölge Oyunu filmini izlerken yaşadığım duyguyu yıllar sonra Hokkabaz filminde yine yaşadım. Cem Yılmaz'ın Hokkabaz filmini yazarken kesinlikle Gölge Oyunu filminden olumlu ve hayranlık duyacak şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Bazen olur bu yani bir filmi izlerken bir başka filmle bağ kurar insan.. Bu da böyle bir düşünce olabilir.
İskender ve Maradona sahne arkadaşıdırlar. Aynı Mahmut ve Abidin gibi.. İkiside bir gün daha meşhur ve başarılı olmak ister. Aynı Mahmut ve Abidin gibi. Mahmut ve Abidin'in hayatına Kumru dokunur. İskender ve Maradona ise ansızın Fatma ile karşılaşır. Bana bu olay örgüsü hep iki filmi birbirinin ruh ikizi gibi olduğunu hissettirir. Bu bence kişisel bir yansımadır. Emin olduğum tek şey iki filminde çok başarılı olduğudur.
Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin (Şener Şen) bir pavyonda çalışmaktadırlar. Mahmut dürüst bir gençtir. Abidin ise tersine hırsız, yalancı ve çapkındır. Bu arada Sülo adlı bir komisyoncu pavyonda çalışması için patrona Kumru (Larissa Litichevskaya) isimli bir kız getirir. Gazinonun patronu, kızın sağır ve dilsiz olduğunu anlayınca onu kovar. Mahmut ona sahip çıkar ve Abidin’le birlikte yaşadıkları eve götürür. Patron Sülo’ya komisyon olarak verdiği parayı çıkartabilmek için Kumru’yu sigarayla çiçek sattırarak çalıştırmaya başlar. Mahmut, Kumru’nun yanında taşıdığı fotoğraftan Zeliha adındaki annesini aradığını anlar ve ona yardım eder. Sonunda Kumru’nun annesinin hapiste olduğunu öğrenirler. Abidin ile Mahmut, Kumru yüzünden kavga ederler ve arkadaşlıkları sona erer. Abidin yeni bir ortakla başka bir pavyonda çalışmaya başlar ama mutsuzdur ve içindeki bunalım onu intihara kadar sürükler. Mahmut, Abidin’in hayatını kurtarır. Ortaklığa yeniden başlarlar. Bu arada Kumru’nun annesini ziyaret ederler. Annesi de aynı kızı gibi sağır ve dilsizdir. Mahmut Kumru’yu sever ve ilk kez bir genç kızla birlikte olur. Ertesi gün uyandığında Kumru’yu bulamaz ve Abidin’le birlikte her yerde ararlar. Pavyona döndüklerinde hiç kimsenin Kumru’nun varlığından haberleri bile olmadığı yanıtını alırlar. Akıllarına birlikte çektirdikleri bir fotoğraf gelir. Fotoğrafa baktıklarında Abidin ve Mahmut dışında hiç kimsenin olmadığını görürler. Olanların ya da olmayanların bir düş mü yoksa gerçek mi olduğuna anlam veremezler. Ama dışarıda yaşam sürmektedir...
Bu filmi ilkokul çağlarındayken o zamanlar kültür ve sanat dolu yayınlar yapan TRT 2'de izlemiştim. O zamanki teknolojinin kısıtlı olması sebebiyle de daha sonra yeniden izlemek için yıllarca beklemek zorunda kalmıştım. Geçen yıllar içinde dünya çok değişti. Artık hayatımızı abluka altına alan teknolojik gelişmelerin iyi yanları da var elbette. Ben yıllar önce Gölge Oyunu filmini izlerken yaşadığım duyguyu yıllar sonra Hokkabaz filminde yine yaşadım. Cem Yılmaz'ın Hokkabaz filmini yazarken kesinlikle Gölge Oyunu filminden olumlu ve hayranlık duyacak şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Bazen olur bu yani bir filmi izlerken bir başka filmle bağ kurar insan.. Bu da böyle bir düşünce olabilir.
İskender ve Maradona sahne arkadaşıdırlar. Aynı Mahmut ve Abidin gibi.. İkiside bir gün daha meşhur ve başarılı olmak ister. Aynı Mahmut ve Abidin gibi. Mahmut ve Abidin'in hayatına Kumru dokunur. İskender ve Maradona ise ansızın Fatma ile karşılaşır. Bana bu olay örgüsü hep iki filmi birbirinin ruh ikizi gibi olduğunu hissettirir. Bu bence kişisel bir yansımadır. Emin olduğum tek şey iki filminde çok başarılı olduğudur.
13 Ocak 2018 Cumartesi
# Film Analizleri; Gün Ortasında Karanlık
Memduh Ün Fatma Girik aşkının en güzel meyvelerinden olan bu film 90'ların başındaki bunalımlı, boğucu ve durağan kişisel drama filmlerinden izler taşıyan kişisel ve etkileyici bir filmdir. Memduh Ün'ün klasik yeşilçam normlarından arınıp daha kişisel ve hatta auter tarzda çektiği bu filmde sevgili Fatma Girik'in hayat verdiği Güzin karakterinin engelli çocuğuyla verdiği yaşam mücadelesi anlatılır. Planlı ve sürprizsiz gibi yürüyen film Halil Ergün ve Yavuzer Çetinkaya gibi yardımcı rollerin etkisiyle oldukça derin bir anlama bürünür ve izleyici için daha da çekici bir hale ulaşır. Tabii filmde engellerini adeta aşarak müthiş bir oyunculuk sergileyen sevgili Erdal Yalçın'a da buradan selam ve sevgilerimi sunmak isterim. Oldukça üst düzey ve sinematografik bir dile sahip bu film ne yazık ki yeterince bilinmemektedir.
Konu ;Güzin kocasını trafik kazasında kaybettikten sonra bedensel ve zihinsel engelli oğlu Sedat ile yalnız bir yaşam sürmeye başlar. Kendisi işteyken Sedat'ın bakımıyla ilgilenmesi için uzun süre bakıcı arar ancak kimse bu engelli çocuğa bakmak istemez. Güzin işe giderken mecburen oğlu Sedat'ı odasına kilitleyerek evde yalnız bırakır. Bir gün döndüğünde oğlunun cansız bedeniyle karşılaşır. Yapılan tüm incelemelerde bu ölümün bir ihmal sonucu olduğu belirlenir ancak Güzin bu kararı kabullenemez ve bu ölümün sorumlusunu aramaya başlar.
10 Ocak 2018 Çarşamba
# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1920'ler
Ayestefanos abidesi ile ilgili belgeselle başladığı kabul edilen Türk sinemasının tarihi yine belgesel türü çalışmalarla devam etmiştir. 1914 yapımı Ayestefanos sonrası 1915 ve 1916 yılllarında 1. dünya savaşı ile ilgili üç belgesel daha çekilmiştir. Arşiv kaynaklarına göre bunlar daha çok görsel ağırlıklı ve savaş sürecini anlatan belgesellerdir. 1916 yılının sonlarına doğru ilk kez kurmaca bir film çekilmeye çalışıldı ancak Leblebici Horhor Ağa filmi tamamlanamadı. 1917'de müdafaa-i milliye cemiyetince Pençe ve Casus filmleri çekildi. Yine 1917 yılında drama ve gerilim ağırlıklı Koruyan Ölü filmi çekildi. Aynı yıl ilk kez bir film ve devamı çekildi. Bican Efendi isimli komedi filmini çeken Hüseyin Şadi Karagözoğlu bu film sevilince ikinci bölümünü de çekti. Bu filmlerin yazarı ise Ayestefanos belgeselinden bildiğimiz ve sinemamızın tarihi açısından önemli yeri olan sevgili Fuat Uzkınay'dı. 1919 yılında ise 5 film daha çekilerek bu hareketlilik ve gelişim süreci devam etti.
1920'li yılların başında kurtuluş savaşı sürecininde etkisiyle kendini milli mücadeleye adayan insanların vatana duyduğu aşk ve özverisi sonucu çok fazla film çalışması yapılamadı. 1920 ile 1922 arasındaki süreçte sadece 6 film çekildi. 1922 yılı sonlarına doğru Türk Sinemasının yeniden gelişme sürecinin başlaması ise Muhsin Ertuğrul'un Türkiye'ye dönerek filmler çekmeye başlamasıdır. 1919 yılında Almanya'da Samsun / ızdırap adlı bir Türk filmi çeken Muhsin Ertuğrul 1922 yılında yeniden geldiği ve filmler çekmeye başladığı Türkiye'de 1940'lı yıllara kadar adeta Türk sinemasını yeniden inşaa eder. Bir çok filmi ve oyuncuyu sinemaya kazandırır.
1920'li yılların başında kurtuluş savaşı sürecininde etkisiyle kendini milli mücadeleye adayan insanların vatana duyduğu aşk ve özverisi sonucu çok fazla film çalışması yapılamadı. 1920 ile 1922 arasındaki süreçte sadece 6 film çekildi. 1922 yılı sonlarına doğru Türk Sinemasının yeniden gelişme sürecinin başlaması ise Muhsin Ertuğrul'un Türkiye'ye dönerek filmler çekmeye başlamasıdır. 1919 yılında Almanya'da Samsun / ızdırap adlı bir Türk filmi çeken Muhsin Ertuğrul 1922 yılında yeniden geldiği ve filmler çekmeye başladığı Türkiye'de 1940'lı yıllara kadar adeta Türk sinemasını yeniden inşaa eder. Bir çok filmi ve oyuncuyu sinemaya kazandırır.
9 Ocak 2018 Salı
Kaybolan Tarih; Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı
Ayastefanos bugün Yeşilköy dediğimiz semtin eski adıdır. Filme konu olan rus abidesi ise daha ziyade şenliköy taraflarına yakındır.
1877 yılında rus birlikleri taarruz amacıyla hem kafkasya hem de Balkanlar dolaylarında saldırıya geçtiler. Bir yıllık taarruz sonunda Ayastefanos'a kadar geldiler. Sonrasında uluslararası ültimatomlarla bu taarruzu durdurdular. Akabinde Ayastefanos antlaşması imzalandı.
Aradan geçen yıllar sonrasında ruslar taarruz esnasında verdikleri kayıpları tek bir yerde toplamak istediler ve bu isteklerini 2.Abdülhamit'e sundular. 2.Abdülhamit insani ve barışcıl bir yaklaşımla ve savaş tazminatından düşmek koşuluyla bu isteği kabul etti.
3 yıllık bir çalışma sonunda filme konu olacak rus abidesi inşa edildi. Ancak aradan geçen 16 yıl sonunda patlak veren 1. Dünya Savaşı esnasında Osmanlı devleti Rusya'ya savaş ilan etti. Bunun sonucunda savaş sürerken Ayestefanos'taki Rus Abidesi yıkıldı.
O dönemlerde Osmanlı ordusu içinde bir foto film merkezi vardı. Bu daha çok arşiv için çekimler yapan bir merkezdi. Bu foto film ekibinde yer alan Fuat Uzkınay Ayastefanos abidesinin filmini çekti.
Fuat Uzkınay önceden beri sinema ile ilgili biriydi. Hep sinema ile ilgili çalışmalar yapmak isteyen hevesli bir genç olarak tatihte yer almıştır.
Filmle ilgili herhangi bir kayıt yok ne yazık ki. Ancak arşivlere göre bu film belgesel tarzda bir çalışma olarak çekilmiş. Abideye ait imar süreci, kullanım süreci ve yıkım sonrası süreç işlenmiş. Tabi bunlar hep aktarılan tarihi rivayetler.
Peki bu filme ne oldu? Doğrudan Kunt Tulgar'ın itirafını paylaşayım izninizle..
"
O zaman bizim yanımızda da Ali Rıza Yılmaz adlı eskiden Erman Film'de çalışan montaj ve senkron görevlisi vardı. Ben de 12-13 yaşlarımda büyük bir hevesle ona yardım ediyordum. Tek tek filmleri kutularından çıkarıp inceledik, ayırdık. Sonra bir parça çıktı, sıkı sıkı sarılmış ama küçük bir parça. Açtığınız zaman bile katlanan, kutu içinde kavrulmuş... Bunu izleyelim diye senkrona takmaya çalıştık ama kavrulduğu için 35 milimetreden biraz küçülmüş, takamadık, elimizden çeke çeke baktık. Önce bir kule görünüyor, sonra kulede bir patlama meydana geliyor ve ardından 30-35 kare kadar devam edip film bitiyor. Biz bunu kaldırıp çöpe attık. Bu kadar önemli olduğunu bilsek atar mıyız, mümkün değil. Bu kule patlamasının ilk film kabul edilen Ayastefanos'taki Rus Abidesi olduğunu daha sonra resimlerini görünce anladım."
1877 yılında rus birlikleri taarruz amacıyla hem kafkasya hem de Balkanlar dolaylarında saldırıya geçtiler. Bir yıllık taarruz sonunda Ayastefanos'a kadar geldiler. Sonrasında uluslararası ültimatomlarla bu taarruzu durdurdular. Akabinde Ayastefanos antlaşması imzalandı.
Aradan geçen yıllar sonrasında ruslar taarruz esnasında verdikleri kayıpları tek bir yerde toplamak istediler ve bu isteklerini 2.Abdülhamit'e sundular. 2.Abdülhamit insani ve barışcıl bir yaklaşımla ve savaş tazminatından düşmek koşuluyla bu isteği kabul etti.
3 yıllık bir çalışma sonunda filme konu olacak rus abidesi inşa edildi. Ancak aradan geçen 16 yıl sonunda patlak veren 1. Dünya Savaşı esnasında Osmanlı devleti Rusya'ya savaş ilan etti. Bunun sonucunda savaş sürerken Ayestefanos'taki Rus Abidesi yıkıldı.
O dönemlerde Osmanlı ordusu içinde bir foto film merkezi vardı. Bu daha çok arşiv için çekimler yapan bir merkezdi. Bu foto film ekibinde yer alan Fuat Uzkınay Ayastefanos abidesinin filmini çekti.
Fuat Uzkınay önceden beri sinema ile ilgili biriydi. Hep sinema ile ilgili çalışmalar yapmak isteyen hevesli bir genç olarak tatihte yer almıştır.
Filmle ilgili herhangi bir kayıt yok ne yazık ki. Ancak arşivlere göre bu film belgesel tarzda bir çalışma olarak çekilmiş. Abideye ait imar süreci, kullanım süreci ve yıkım sonrası süreç işlenmiş. Tabi bunlar hep aktarılan tarihi rivayetler.
Peki bu filme ne oldu? Doğrudan Kunt Tulgar'ın itirafını paylaşayım izninizle..
"
O zaman bizim yanımızda da Ali Rıza Yılmaz adlı eskiden Erman Film'de çalışan montaj ve senkron görevlisi vardı. Ben de 12-13 yaşlarımda büyük bir hevesle ona yardım ediyordum. Tek tek filmleri kutularından çıkarıp inceledik, ayırdık. Sonra bir parça çıktı, sıkı sıkı sarılmış ama küçük bir parça. Açtığınız zaman bile katlanan, kutu içinde kavrulmuş... Bunu izleyelim diye senkrona takmaya çalıştık ama kavrulduğu için 35 milimetreden biraz küçülmüş, takamadık, elimizden çeke çeke baktık. Önce bir kule görünüyor, sonra kulede bir patlama meydana geliyor ve ardından 30-35 kare kadar devam edip film bitiyor. Biz bunu kaldırıp çöpe attık. Bu kadar önemli olduğunu bilsek atar mıyız, mümkün değil. Bu kule patlamasının ilk film kabul edilen Ayastefanos'taki Rus Abidesi olduğunu daha sonra resimlerini görünce anladım."
8 Ocak 2018 Pazartesi
Türk Sineması
Türk sineması Türkiye’de sinema sektörü olarak yapılan tüm faaliyetleri kapsamaktadır. Daha bizden daha naif ve samimi olarak biz buna Yeşilçam diyoruz. Ben her ne kadar eleştirilse de ve kimi zaman alay konusu olsa da bizim ülke olarak bir sinema dilimiz olduğunu düşünüyorum. Onlarca yıldır ülke insanını güldüren, ağlatan bir sürü filmin ülke sinema kültürüne katkısı yadsınamaz. Bu filmlerin bıraktığı tatlar, anılar hepimize kelimelerle tarif edilemeyecek duygular yaşattı. Günümüzde Yeşilçam bitti gibi görünse de bu aşk ve bu duygu asla bitmeyecek.
7 Ocak 2018 Pazar
KÖK
KÖK benim ilk profesyonel filmim. 45 dakikalık deneysel bir film. Yaklaşık 1 yıl süren çekim ve kurgu süreciyle benim ilk kez bir sinema filminin tüm süreçlerini yaşadığım bir film. Bu filmde ilk kez kurguyu ben yaptım. Benim için hem bir film hem de bir eğitim oldu. 2016 yılında çektiğim bu film bir çok film gösteriminde yayınlansa da biraz depresif ve ağır ilerleyen bir film olduğu için ya çok sahiplenildi ya da itici bulundu. Ama bu durum benim çok ilgimi çekti. Bazen izleyenler benim hiç düşünmediğim anlamlar çıkardılar bu filmden. Bu da garibime gitti. Bir izleyicinin internette paylaştığı "soğuk, kasvetli, yüzeysel ama ilginç" şeklindeki yorumu sanırım filmle ilgili yapılmış en net yorum.
Kök
yapım yılı : 2016 / Format : deneysel, renkli türkçe, Süre : 00:45:49
Oyuncular : Özgür demir / Duru Yücel
kamera/kurgu/Senaryo/yönetmen/yapımcı : Ufuk kurt
Konu : İnsan ne zaman ölür? Öldüğünde mi öldürdüğünde mi? Öldüğünü sandığında mı? öldürdüğünü Sandığında mı?
İsa tutkulu bir aşkla Meryem'e bağlıdır ama ruhani bir etkiyle Meryem'i öldürdüğünü düşünmektedir ve buna emindir. Her yerde O'nu arar ama hiç bulamaz tam bu ölüme emin olduğu zaman her şey yeniden başlar.
Filmlerimi festivallerin yarışma kısımlarına sunmuyorum. Filmler yarışmak için değil izlenmek içindir.
Kök
yapım yılı : 2016 / Format : deneysel, renkli türkçe, Süre : 00:45:49
Oyuncular : Özgür demir / Duru Yücel
kamera/kurgu/Senaryo/yönetmen/yapımcı : Ufuk kurt
Konu : İnsan ne zaman ölür? Öldüğünde mi öldürdüğünde mi? Öldüğünü sandığında mı? öldürdüğünü Sandığında mı?
İsa tutkulu bir aşkla Meryem'e bağlıdır ama ruhani bir etkiyle Meryem'i öldürdüğünü düşünmektedir ve buna emindir. Her yerde O'nu arar ama hiç bulamaz tam bu ölüme emin olduğu zaman her şey yeniden başlar.
Filmlerimi festivallerin yarışma kısımlarına sunmuyorum. Filmler yarışmak için değil izlenmek içindir.
ÖLÜM ÜÇLEMESİ
Hayata dair her şeyin bir anlamda mecburi sonu gibi geliyor bana ölüm.. Çocukken uzun süre tek merakım bu olmuştu.. Ölümün ne olduğu, nasıl bir şey olduğu ve hatta insanların neden kabullendiği.. Bende cevap bulamadım tabi. Yıllar sonra yeniden düşündüm bunu ama bu kez bir farkla. Düşünürken kayıtta ettim. Sonu ölümle biten üç hikâye yazdım. Zaman içinde bunları kısa filmlere çektim.
Ölüm Düşleri
Ölüm Düşleri
Yapım Tarihi – 2010
Süresi – 00:07:34
Format – Kurmaca, Renkli, Türkçe, Dv
Süresi – 00:07:34
Format – Kurmaca, Renkli, Türkçe, Dv
Senaryo/Yönetmen/ Yapımcı: Ufuk Kurt
Müzik – Anonim
Kamera : Ufuk Kurt
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Müzik – Anonim
Kamera : Ufuk Kurt
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Oyuncular
Sedat BOZYEL …. Timur
Ufuk Kurt …. Timur’un Sağduyusu
Sedat BOZYEL …. Timur
Ufuk Kurt …. Timur’un Sağduyusu
Sevgilisini öldüren bir şizofrenik karakterin bu cinayeti herkesten hatta kendisinden bile saklamasını ve ölümün kaçınılmaz son olduğunu insanlara hatırlatmasını konu alan bir psikolojik drama film.
Timur bir gaflet anında sevgilisini öldürür ama buna kendiside inanamaz. Hayattan, insanlardan ve kendisini kovalayan azaptan kaçarak bir sahil kenarında yaşamaya başlar. Bir süre sonra rahatsızlığı ve acizliği baş göstermeye başlar. Bağımlı olduğu ilaçların krizleri başlar. Hayatta tek bildiği ve inandığı şey ölümün mecburi son olduğudur.
Kir
Yapım tarihi : 2011
Süresi 00:10:01
Format: kurmaca, renkli, Türkçe dv
Senaryo/Yönetmen/Yapımcı : Ufuk Kurt
Yönetmen Yardımcısı – Ataman VAHİT
Müzik – Anonim
Görüntü Yönetmeni – Ufuk Kurt, Ataman VAHİT
Işık: Cumhur Sarısoy
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Yönetmen Yardımcısı – Ataman VAHİT
Müzik – Anonim
Görüntü Yönetmeni – Ufuk Kurt, Ataman VAHİT
Işık: Cumhur Sarısoy
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Oyuncular
Şahin Sancak …. Ali
Ceylan Yalçın …. Ceylan
Ömer Arslan …. Patron
Ataman Vahit …. Ataman
Yunus Arslan …. Yunus
Cumhur Sarısoy …. Cumhur
Selin Hayıroğlu …. Selin
Erdal Demir …. Büfeci
Şahin Sancak …. Ali
Ceylan Yalçın …. Ceylan
Ömer Arslan …. Patron
Ataman Vahit …. Ataman
Yunus Arslan …. Yunus
Cumhur Sarısoy …. Cumhur
Selin Hayıroğlu …. Selin
Erdal Demir …. Büfeci
İç sesiyle sürekli kavga eden bir bedende iki kişi gibi yaşayan, toplumdan kendisini soyutlamış başarısız ve asosyal alkol bağımlısı bir gencin hayatından kesitleri konu alan ve toplum içinde yalnızlığı konu alan bir psikolojik drama.
Ali hayatının her anında içindeki engel olamadığı sesle kavga eden sürekli yenik düşen bu sebepten işini, aile hayatını kontrol edemeyen asosyal bir karakterdir. Giderek bağımlısı olduğu alkolünde etkisiyle kendi iç sesiyle bir hesaplaşma yapmaya karar verir. Bu hesaplaşma sonrası artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü Kader insanın kendine yaptıklarından ibarettir artık.
Şehrin Kayıp Yüzleri
Yapım Tarihi : 2013 Format : Kurmaca, renkli Türkçe dv süresi : 00:05:49
Oyuncular : Şahin Sancak , Ebru Sultan Keser
Senaryo/yapımcı/yönetmen : Ufuk Kurt Kurgu : Baran Yıldırım Kamera : Ufuk Kurt / Ataman Vahit
Konusu : 17 Ağustos 1999 depremi anındaki kısa sekansta uzun hayaller gören birinin bilinçaltı. Uzun hayallerde her şey güzel gibidir ancak kısa sürede her şey farklılaşır.
Bu üçlemenin ilk iki bölümüyle çok olumlu tepkiler aldım ve bir çok gösterim fırsatı yakaladım ancak serinin son filmi benimde bu seriden sıkılmam sebebiyle çok isteksiz ve mecburen çektiğim bir film gibi oldu. Bu filme de yansıdı ve bir kaç gösterim sonunda beğenmediğim bu filmi geri çektim. Sanırım son hali bende bile yoktur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Kim?
Ufuk Kurt/1983/İstanbul Bağımsız, karşılıksız ve kişisel sinema anlayışıyla kendi senaryolarımı filme çekiyorum. "Ölüm Düşleri...
-
Sinemamızın tarihinden başlayarak ilerleye ilerleye geldik 70’lere. 60’lı yıllardaki Türk sinemasının tadına halen doyulmadığını söyleyebili...
-
Daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi 1920 ve 30'lu dönemlerde daha çok tiyatro oyuncularının ve eserlerinin hakim olduğu bir sinema ...