21 Ekim 2018 Pazar

# Film Analizleri; Ölüm Yolu

Halit Refiğ'in yönettiği 1985 yapımı filmde başrollerde Kadir İnanır, Hülya Avşar ve Tanju Gürsu oynamıştır. Bunun yanında Dinçer Çekmez, Coşkun Göğen, Sümer Tilmaç, İhsan Yüce gibi efsane oyuncuları da filmde yardımcı rollerde görürüz.

Konusu itibariyle amerikan sineması esintileri taşıyan bu filmde kaza yapan nakil aracından kaçan mahkumların, nişanlısını öldürdükleri zengin ve güzel kızı rehin alarak kaçışlarını konu edinen film bir süre sonra melodram kokan bir aşk hikayesine evrilince başlarda vaad ettiği gerilim ve macera dolu öyküyü filmin geneline yayamıyor. Başlarda nefretle baktığı adama aşık olan ve nişanlısını çabucak unutan güzel kız, ve kızın bu aşkına derhal karşılık veren esas adam filmin çehresini ister istemez değiştiriyor. Özellikle ilk bölümünde gayet akıcı ve tempolu bir kaçış filmi izlenimi veren film gerek mahkum kadrosu gerek oyunculuk kalitesiyle vasatın üstüne çıkıyor. Dönemin piyasa şartları düşünülmese ve film ticari kaygı güdülmeden yapılsa elbette daha uç noktada bir iş çıkabilirdi. Ancak gerek dönemin şartları gerek izleyici tercihleri göz önüne alındığında içinde aşk öyküsü olmayan bir film elbette büyük bir risk oluşturabilirdi. Bu nedenle senaryodaki bu -bana göre mecburi- evrilmeyi gayet olağan karşılamak gerek diye düşünüyorum. zaten o kadar muazzam bir kadro var ki başarısız bir iş olması imkânsız.

# Tiratlar


1986 yapımı Milyarder filminde Mesudiyeli Mesut'un büyük ikramiye sonrası alt üst olan hayatını ve yaşadığı duyguları dışa vurduğu anda sahnelediği bu tirat, her izlendiğinde insanı derinden etkiler.

"beni sevseydiniz be! beni mesut olarak sevseydiniz, milyarder olarak değil. ayten sen haklısın galiba. biz başkasıyız artık. çok açık bu. ama ben ancak şimdi görüyorum. ne milyarmış ama şu milyar! daha elimize geçmeden herkesin iç yüzü ortaya çıktı. bir de cebimizde olduğunu düşünün! insan şeffaf bir hale gelirdi, aynada bile göremezdik kendimizi."

8 Temmuz 2018 Pazar

# Afiş


# Film Analizleri; Banker Bilo

"Münih'e az kaldı gibi bir his var içimde"

İşte bu olanca saflığın ve masumiyet dolu umutların binbir türlü tezgâhla örselendiği kimi zaman gülüp, kimi zaman üzüldüğümüz ama çok sevdiğimiz Banker Bilo filmi ne zaman karşımıza çıksa bıkmadan sıkılmadan ve hatta ilk kez gibi izleriz.

İlyas Salman'ın canlandırdığı Bilo ile Şener Şen'in canlandırdığı Maho aynı köyde yaşayan iki eski arkadaştır. Bir gün Maho işçi olarak Almanya'ya gideceğini söyleyip köyü terk eder.. Yıllar sonra klasik tüylü şapkası ve Alman bir işçiye tezat olarak fransız citroen arabasıyla ve binbir masalla köyüne döner. Dönemin politik ve siyasi ikliminden etkilenen Almanya Türk işçi alımını çoktan sonlandırmıştır ancak anadolunun ücra köyündeki saf ve masum insanlar bu durumdan bihaberdir. Kendi köyündeki saf nüfus potansiyelinin en çok farkında olan kişi ise Maho'dur. Köylüleri Almanya'da işçi olma vaadiyle dolandırmayı kafasına koymuştur. Köylülerden yüklüce para alan Maho eski bir kamyon kasasında umutlarını ziyan eden hemşehrilerini sözde Bulgar ve Alman sınırlarından geçirerek İstanbul'un kuş uçmaz kervan geçmez yerlerinden birine bırakır. Korku içinde elini tuttuğu arkadaşı İbrahim'le Eminönü'de Münih arayan Bilo yaşadığı şokun etkisiyle arkadaşını da kaybeder. Münih'e gitme hayalleri ile terk ettiği köyünden kilometrelerce uzakta ve tek başına İstanbul'dadır artık. Amelelik, sigara satışı, manavlık derken hem şehrin yazılı olmayan kurallarını öğrenir hem de bu çarkın dişlisi olma yolunda ilk tecrübelerini yaşar.

Film bu ya günün birinde koca İstanbul'da Maho'ya rastlar. "Sor bir hele niye yaptım" döngüsü başlamıştır artık. Bilo her defasında Maho'ya kandıkça biz de bu saflıkla kazık yemeyi hak ettiğini düşünürüz ister istemez. Maho istifçilik yaptığı deponun başına Bilo'yu geçirir.. Patron olduğunu sanan Bilo aslında türlü düzenbazlık ve vergi kaçakçılığının odağındadır artık. Çok geçmeden hapse düşer ama Maho yine Bilo'yu kazıklar ve ziyaretine asla gitmez. Hapisten çıkınca film matematiğini etkilemeyecek bir tesadüfle kaybettiği arkadaşı İbrahim'i bulan Bilo bu sayede yavuklusu Zeyno'ya ulaşmak ister. İbrahim'den avantası karşılığında kendisine iş bulmasını ister. Ne tesadüf ki İbrahim'in bulduğu iş yerinde çalışan ve Bilo'yu işe öneren zeyno'nun babasının da çalıştığı firma Bilo hapiste yatarken servetine servet katıp zenginleştikçe zenginleşen Maho'nundur.

Maho yine boş durmaz. Keza Bilo'nun gönülden sevdiği Zeyno çoktan beri Maho'nun metresidir. Maho binaya göz kulak olma bahanesiyle Bilo'yu kapıcı yapar ve hatta dikkat çekmemek için Zeyno ile Bilo'ya nişan bile yapar. Son noktada Zeyno'yu Bilo'nun hayalleriyle örtülü kapıcı dairesine bile atmaktadır artık. Tüm bunları acı bir şekilde öğrenen Bilo yine de saflığını ve iyiliğini korur. Bir meşrubat işi için yurtdışına gitmesi gereken Maho vekaletname vererek yerine Bilo'yu bırakır. Bunu fırsat bilen Bilo acı tecrübelerle öğrendiği şehrin yazılı olmayan kurallarını kendine göre uyarlar ve Maho'ya ait ne varsa elinden alır ve bu sayede intikamını alır. İşte karşınızda namussuz Bilo diyerek noktayı koyar.

Sonrasında Dolap Beygiri ve Şekerpare filmlerinde de izleyeceğimiz karakter dönüşümlerinin ve müthiş paslaşan iki usta aktörün efsane film yürüyüşü bize yıllar yılı bitmeyen bir seyir zevki de sunar..

Türk Sinemasında Karakter Dönüşümleri

Ertem Eğilmez sineması özellikle 70'lerden sonra sanki toplumun saflığına güvenini yitirmiş bir duyguyla hareket eder. Başlarda insanı çıldırtacak kadar masum ve iyi kalpli olan karakterler filmin sonunda kötüye dönüşmüş şekilde karşımıza çıkarlar. Kendini mağdur eden Maho'nun elinden her şeyini alarak, yediği kazıkların acısını çıkaran masum ve saf  Bilo gibi.. Salak Milyoner ve Köyden İndim Şehire gibi filmlerde de filmin başlarında saf halleriyle gördüğümüz 4 kardeşi filmin sonunda altın dolu çuval için birbirlerini kazıklayacak kadar kötü halde görürüz. Aynı alt metin aslında Erkek Güzeli Sefil Bilo filminde de karşımıza çıkar. Zaman zaman Kemal Sunal filmlerinde de bunu görebiliriz aslında.. Filmin başında her türlü tokatlanmaya maruz kalan Osman karakteri arkadaşı Şevket'le kötüleri tokatlamaya başlayınca Osman'a hiç kızmayız mesela.. Çünkü meşhur tren sahnesindeki tokatlanması sonrası ne yaparsa yapsın hep Osman'ı tutarız. Artık sıranın onda olduğunu düşünürüz. Natuk Baytan ustamızın da aslında müthiş örneklediği bir tarzdır bu. Filmin başında mağdur olan karakter sonlara doğru ne yaparsa yapsın haklı olduğunu iddia edeceğimiz noktaya gelir. Bu sinematografik dil olarak oldukça etkili alt metinlerle tanışmamızı sağlar.

Cüneyt Arkın, Fikret Hakan gibi babaların bir çok filminde başlarda türlü zorbalıklara maruz kalan kahramanlarımız filmin devamında deli gibi intikam alırken hiç şaşırmayız.. Hatta kahramanlarımızın intikamları bizi mutlu eder. "Kötü adamların" ölümü bizi mutlu eder. Oysa kahramanımız acımasız bir katildir artık..

Filmlerin alt metinlerini okumak için mutlaka filmin kötü karakterlerini de inceleyin ve karşı pencereden mutlaka bakın.

6 Temmuz 2018 Cuma

# Film Analizleri; Kader Böyle İstedi

Ömer Lütfi Akad'ın "Vesikalı Yarim" ve "Seninle Ölmek İstiyorum" filmlerinden oluşan "Kent Üçlemesi" serisinin ikinci filmi olan Kader Böyle İstedi filminde bir dolmuş şoförü ile ona aşık olan zengin kızın öyküsü anlatılır. Başrollerinde İzzet Günay ve Nilüfer Koçyiğit'in oynadığı bu filmde sınıf ayrımını klasik yeşilçam anlatımıyla farklı bir açıdan izleme fırsatı buluruz. Eski İstanbul'u da gezme fırsatı bulduğumuz film mutlu sonla bitmemesi nedeniyle başta şahsım olmak üzere izleyenleri melankolik saatlere doğru bir yolculuğa çıkarır.

İlk bakışta klasik zengin kız fakir oğlan öyküsü gibi dursa da gerek anlatım dili gerekse de oyunculuk kabiliyetleri filmi benzerlerinden ayırıyor. Anlatım dili o kadar naif ve derin ki her defasında insanın içini burkar.

Çok da güzel bir şarkıdan adını alan bu film izleyici hatıralarında bir yeşilçam sembolü gibi yer alır.

# Film Analizleri; Köprü

1975 yılı yapımı Şerif Gören'in bu filminde geçimini sal ile yolcu taşıyarak sağlayan bir ağabey ile üniversite bitirip mühendis olmuş ve köyüne köprü yapmak isteyen bir kardeşin öyküsü anlatılır. Sal ile yolcu taşıyarak kardeşini okutan ağabeyin gün gelip kardeşinin yaptığı köprü ile ekmeğinden olması iki kardeş arasında büyük kavgalara sebep olur.  Sevgili Fikret Hakan ve Kadir İnanır muhteşem performanslarıyla izleyicinin kalbine dokunur. Öyle ki kimi zaman ağabeyi kimi zaman da kardeşi kendimize yakın ve haklı buluruz.

Esasen film boyunca iki kardeşin idealist ruhlarını da görürüz. Kimi zaman bunu hissetsek bile kimi zaman tam olarak fark edemeyiz. Ama ister istemez bunlardan etkileniriz. Yıllarca sal ile yolcu taşıyıp kendisini okutan ağabeyine rağmen ideallerinden vazgeçmeyen ve herkesi karşısına almayı göze alabilen Ahmet her şeye rağmen köprüyü yapar. 1970'ler politik sinemasının en güzel örneklerinden biri olan bu filmde aslında günümüze uzanan sorunların da kaynağını görmek mümkün. Bugün bile sırf birileri engel oluyor diye filmin çekildiği bölgelere yatırım yapmakta zorlanılırken bunu yıllar önce politik bir dille üstelik aile içinde idealist savaşlar veren iki kardeşin gözünden izleyiciye sunmak her açıdan takdir-e şayan.

# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1940'lar

Daha önceki yazılarda bahsettiğimiz gibi 1920 ve 30'lu dönemlerde daha çok tiyatro oyuncularının ve eserlerinin hakim olduğu bir sinema vardı. 1922'den başlayıp 1940'lara ulaşan dönem için geçiş dönemi kavramını kullanmak mantıklı olacaktır. Muhsin Ertuğrul önderliğindeki sinemamız özellikle 2. dünya savaşı sonrası sektörel faaliyetler kazanan dünya sinemasına kanalize olma isteğiyle yanıp tutuşan yönetmenler sayesinde yeni fikirler ve yeni temalar oluşturmaya başladı. Bunun neticesinde 1940 ile 1950 arasındaki dönemde kayıtlara göre 72 film çekildi.

Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün vefat ettiği ve ülkenin her anlamda bu süreçten etkilendiği bir dönemde sanatın hayat damarları gibi görülerek film üretimlerinin sürmesi hem manevi değerlere hem de öğrenme ve gelişme kabiliyetimizin ilerlemesi adına güzel örnekler oluşturur.

2. dünya savaşının bitmesi ve ekonomik kaygıların nispeten de olsa ortadan kalkması yeni girişimlerde bulunacak sinemacılar için de umut verici başlangıçlar sağladı.Hiç şüphe yok ki yerli sinemamızda bu atılım ruhundan payını aldı. Daha farklı ve sinematografik olarak anlatımları çeşitli filmlerimiz oldu. 1920'lerde başlayan öğrenme süreci takip eden dönemlerde üretim sürecine dönüşmüştü. 1930'ların sonundaki geçiş dönemi sonrası, film üretimlerinin arttığı ve yeni filmlere olan ilginin çoğaldığı dönem ise profesyonelleşme dönemi olarak adlandırılabilir.

4 Temmuz 2018 Çarşamba

1 Temmuz 2018 Pazar

# Monologlar



  "kızınız beni kalpten seviyo, yıldırım aşkıyla tutuldu bana. ben de sevilmeyecek adam değilim. güzel adamım bi kere, maaşım var, emekliliğim var, sigortam var."



Çöpçüler Kralı / 1978 

Zaman makinesi mi makine zamanı mı?


Kendi arabamla yolda gidiyorum.. Şimdi Beyoğlu'ndan aşağı doğru iniyorum.. Sola döndüm ve unkapanı köprüsünü gördüm. Köprüden geçiyorum teyip açık ve bu şarkıyı çok seviyorum "ışıl german - aşkın kederi." Aksaray yenikapı istikametinde ilerliyorum.. Sahile döndüm ve işte deniz kenarından ilerlemeye başladım. Kıyıda irili ufaklı balıkçı tekneleri ve bir kaç terk edilmiş gemi.. Bir kaç insan fotoğraf çekiyor ve kimiler piknik yapmakta.. Ama huzursuzum.. Belki de bu zamanın insanı olmamakla ilgili bu.. Aniden durdum.. Dörtlüleri yaktım. Bekliyorum, bir yandan da etrafıma bakıyorum. Herkes ya da hiç kimse.. Kendi kendime konuşmaya başladım..

- : ulan şimdi bu şarkıyı 70'ler de o siyah beyaz hatıralarda dinlemek vardı..
     Ve hatta hüzünlenmek ve sevmek zamanı filmini izlemek.. Tekrar ve ilk kez izler gibi...

Akılalmaz bir sağanak başladı silecek fayda etmiyor. Nasıl oldu bu bir anda? Savrulmaya başladım adeta bir yaprak gibi ve arabanın camlarından çıktım adeta bir kaza anı gibi.. Şimdi farkında vardım oysa ben durmamışım.. Hatta çok daha hızlanmışım. Çarptığım duvarda yok olup bir arındım yağmurdan ama üstüm sırılsıklam bir sahil kıyısında buldum kendimi.. Herkes bana bakıyor. Şarkı bitmemiş ve bir şey olmamış gibi. Ama yüzlerce farklı insan ve hepsi kumsalda  serinip oturmuşlar. Kimileri yüzüyor, kimileri yelpaze sallıyor ve bir de şu kızların belindeki şey neydi? Dans ederek çeviriyorlar.. Hulahop muydu? Eski bir filmde görmüştüm. Ama neden herkes bana bakıyor? Telefonum nerede? Neden canım hiç acımıyor? Çarptığım duvar nerede? Nerede o evler, arabalar, dükkanlar ya da gemiler? Kıyıdan çıktım yürümeye başladım. Bir yaşlı amca.. Sanki çoktan ölmüş gibi ama gazete okuyor. Gözüm tarihe ilişti.. Yıl 1976. Artık geçmişteydim. Buna inanamıyordum. Korkuyordum ama içimde tarifsiz bir mutluluk ve heves vardı. Hey insanlar diye bağırdım. Beni dinleyin!! inanın bana çok eğleneceğiz. Ben her şeyi biliyorum hem de her şeyi.. Çünkü gelecek benim.

Bu bir zaman makinesi miydi? Makine zamanı mıydı? Bilmiyordum ama 1976 yılındaydım.. Doğum yılıma 7 yıl vardı ve ben çok mutluydum..

İşte şimdi o eski caaanım yeşilçam filmlerini ilk kez izliyormuşcasına yeniden izleme vakti..

4 Mart 2018 Pazar

# Film Analizleri; Tosun Paşa

Kendi filmime dair çalışmalarımdan ötürü bir süredir yeni çalışma ekleyememiştim. Ancak bizim modern çağdaki uğraşlarımızın binbir imkânsızlıkla çekilen yeşilçam filmlerinin yanında lafı bile olamayacağından yeni bir kayıt için zaman yaratmak istedim. Bunu da Türk ve belki de dünya sinemasının en unutulmaz komedilerinden birini irdeleyerek yapmak istedim.

Tosun Paşa..

Yavuz Turgul'un 1800'lü yıllarda yaşamış olan Ahmet Tosun Paşa'dan yola çıkarak yazdığı efsane senaryo 1976 yılında Arzu Film yapımcılığında Sevgili Kartal Tibet üstadımız tarafından filme çekilmiştir. Kemal Sunal, Şener Şen, Adile Naşit, Müjde Ar, Ayşen Gruda başta olmak üzere adeta şampiyonlar ligi kadrosunu andıran bir ekiple çekilen film gerek senaryo matematiği, gerek ince esprileri, gerekse de müthiş oyunculuklarla her anlamda zirveye çıkıyor.

Filmde anlatılan olay 19. yüzyıl'da Mısır'ın İskenderiye şehrinde geçer.  Tellioğlu ve Seferoğlu aileleri kendilerine ait toprakların tam ortasında kalan Yeşil Vadi için birbirlerine girerler. Her iki aile de Yeşil Vadi'nin kendilerine ait olduğunu iddia ederler. Tellioğlu ve Seferoğlu aileleri bu muazzam güzellikteki vadiyi kanunen ele geçirmek için İskenderiye memuru Daver Bey'in gönlüne girme yarışı içine girerler. Bunun için de Daver Bey'in güzeller güzeli kızı Leyla'yı gelin almak isterler. Daver Bey kızının fikrini alarak kızını seferoğlu ailesinden Suphi'ye vermeyi kabul eder. Bu durumda yeni bir plan yapan Tellioğlu ailesi evlerindeki uşağı Kahire'nin efsane pehlivanı Tosun Paşa olarak tanıtırlar. Bu şekilde tüm dengeler değişir. Aynı zamanda sahte Tosun Paşa Şaban'ın halleri Daver Bey'i düşüncelere gark eder. Ama ses edemez keza karşısındaki Tosun Paşa'dır. Şaban Daver Bey'in kızı Leyla'yı Lütfü'ye isteyecekken kendisi de aşık olur ve işler içinden çıkılamaz bir hale gelir. Bir yandan da namının kullanıldığını duyan hakiki tosun paşa Kahire'den yola çıkmıştır. Filmin finalinde Hakiki Tosun Paşa vadiye el koyar ve Daver Bey'in kızının da kalbini kazanarak Leyla'yla evlenir. İki aile de canlarını kurtardıklarına sevinirken Lütfü tüm suçu Şaban'a bulmuştur. Oysa suç müthiş bir plan yapıp sahte bir tosun paşa figürü yaratan Lütfü'nündür. Çünkü hakiki tosun paşayı hesaba katmamıştır.

Filmin senaryosu dediğimiz gibi inanılmaz şekilde bir matematik içinde işler. Bir komedi filminde bu muhteşem senaryo tabiki filmi çok üst noktalara taşımakta önemli bir yer tutar. Oyunculuk tepeden tırnağa harikadır.

Senaryo matematiğinin sizi de şaşırtması için şimdi filmle ilgili müthiş bir zekâ pırıltısı içeren detayı size sunmak isterim. Filmde hiç dikkat çekmese de iki ailenin de hiç bir üyesinin çocuğu yoktur. Bu konu film temposu içinde hiç göze batmaz. Zaten senaristte bunu ister. İki aile de Yeşil Vadi için Daver Bey'le yakın olmanın şart olduğunu düşünür. Bu nedenle Leyla'yı gelin almak isterler. Amaç Leyla'yı gelin alıp çoluk çocuk sahibi olup bir devlet adamıyla akraba olup işi kanunların ötesine, aile bağına taşımaktır.

Yeşilçamı seviyorum.

13 Şubat 2018 Salı

# Film Analizleri; Ah Nerede

Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan'ın unutulmaz güzellikleriyle başrolleri paylaştığı 1975 yapımı bu filmde çapkın ve yakışıklı genç Ferit'in uslanmaz haylazlıklarından sonra gönlünü Zehra'ya kaptırışı ve aşkı uğruna giriştiği sevgisini ispatlama savaşı konu edilir. Halit Akçatepe, Cengiz Nezir, Hulusi Kentmen, Şükriye Atav, Adile Naşit, Nilgün Atılgan, Nubar Terziyan, Hayati Hamzaoğlu, Aydan Adan, Serpil Nur gibi isimlerle renkli ve kaliteli kadrosuyla da dikkat çeken filmde 1970 ile 1980 arasındaki siyasi buhran dönemi de alt mesajlarla detaylı şekilde anlatılır. Komediyle süslenmiş bir aşk öyküsünde alt metinde komünizm üzerinden çalkantılı öğrenci eylemlerine de değinilmesi elbette Sadık Şendil'in güçlü kalemine ve Orhan Aksoy'un muazzam yönetmenliğine saygı duymayı sağlar. Yeşilçam'da çok az filmde bu şekilde siyasi dönemlere ait alt metinlerle işlenmiş konulara şahit oluruz ki bu filmde onlardan biri.

Filmde İstanbul'a okumaya gönderilen üç kardeş üstünden öyküyü izlemeye başlarız. Daltonlar gibi boy sırasında gördüğümüz bu üç kardeşten biri azılı bir çapkın, biri aşırı solcu ve en küçükleri de kumarbazdır. Hikayeyi daha çok çapkın Ferit'e odaklı olarak izleriz. Ferit 2 si kardeş olan 3 kızla aynı anda görüşmekte ve sürekli olarak masumluğunu kullanarak 2 kardeşin sevgililerini tanıştırma teklifini nihayetinde aradaki tek erkek kendi olduğu için sürekli türlü türlü bahanelerle reddetmektedir. Bir gün tatlı tesadüfler sonucu bir kır gezisinde bulunan ve çimenlerde şekerleme yapan Zehra'yı görür. O an tarif edilemez bir duyguyla aşık olur ve bunu kendi bile anlamadan muzip şekilde Zehra'yı öperek uyandırır ve tokadı yer. Ama bu bir aşk emaresidir aslında. Otobüsün tepesinden içeri uzanıp Zehra'yı öper, tatlı yüzsüzlükler yapar, kovulur gitmez asla vazgeçmez ve  sonunda asfalta seni seviyorum yazarak Zehra'nın gönlüne girer. Bu esnada yaz tatili için kısa süre köye dönerler ve otoriter babanın bulduğu mazbut aile kızıyla nişanlanır. Bu nişanlı hep dikkatimi çekmiştir. Sadık Şendil'in de yazarken bilerek bu şekilde ince bir detay yarattığını düşünüyorum. Şöyle ki bu mazbut aile kızı yere bakan türden bir kızdır ama İstanbul'a geldiklerinde evdeki birbirinden güzel 4 kıza "peki siz kim siniz hanımlar" diye soracak kadar da şark kurnazıdır. Yani kısaca o an kendisini aslında diğer kızlardan da üstün görür. Keza herkesin kendini tek sevgilisi sandığı çapkın erkek çoktan beri onun nişanlısıdır aslında.

Bu noktadan sonra olaylar yön değiştirir. Durumu öğrenen baba (Hulusi Kentmen) olaya el koyar. Üç oğlunu fabrikasında ırgat yapar. Bir kızı sevdiğini söyleyen Ferit'e de "kaç kızı seviyorsun lan evi kümese çevirmişsin" der. Aldatılan kızların sinsi planı neticesinde kendini Huriye'nin kollarında bulan Ferit nikâh masasına Ümit Besen'den bile daha yakınken yine babasının el koymasıyla durumdan yırtıp aşkından damlara çıkar ve iş tam karakolda bitecekken "ne karakolu memur bey düğüne düğüne" cümlesiyle harika bir mutlu sonla gülümseriz.

Adile Naşit bu filmde en sıradışı rolüyle görülür. Hep anaç rollerde gördüğümüz bu güzel insan bu kez evde kalmış kız rolünü de harika ve yine unutulmaz oynar. Selim Naşit'i de ortanca kardeş uslanıp ders dinlerken sınıfta dersi anlatan öğretmen rolünde görürüz. Selim Naşit nedense Arzu Film'de ana kadroda hiç yer almaz. Bunu bende bir türlü anlamıyorum. Ufak tefek rollerde görünür kaybolur. Bu filmde 3sn yer alması beni biraz üzdü aslında. Kahvede kendi halinde otururken cibicibicis traş köpüğüyle yüzü bembeyaz olan adamı kim sevmez?


19 Ocak 2018 Cuma

# Film Analizleri; Sultan


Filmle ilgili yazıya arşivimde bulunan bir set hatırasıyla başlamak istedim.  1978 yılı yapımı komediyle soslanmış drama tarzında bir yapıda ilerleyen Sultan filminde dönemin gecekondu mahallesindeki kültür ve yaşam tarzı perdeye aynen aktarılmış. Yavuz Turgul'un ince detaylarla süslediği ve Kartal Tibet'in harika şekilde perdeye aktardığı film, izleyici dramı içinde hissederken bir anda güldürebilen sahnelere sahip oluşuyla her defasında izleyiciyi de kolayca içine alıyor.

Yerel bir mahalle öyküsünde yer alan uluslararası göndermeler epeyce dikkat çeker. İlyas Salman'ın canlandırdığı bekçiye film boyunca komiser Colombo'ya atıfta bulunarak  "Kolombo" denmesi, eşinin adı Melek olan Erdal Özyağcılar'ın oynadığı karaktere Çarli'nin Melekleri filmine gönderme yapılarak "Çarli" denmesi hep ince mesaj dolu espriler..

Bulut Aras'ın kariyeri boyunca en iyi rolünün bu filmdeki rolü olduğunu düşünmüşümdür hep. Daha sonra onlarca filmde izlesem de benim için hep fotoğraf çektirirken tek kaşını kaldıran cevval minibüs şoförü Kemal'dir O.. Hele Ferdi Tayfur'un Derbeder filminin mahallece izlendiği sahnede yanında çalışan muavin sinemada Ferdi baba diye haykırırken "sus lan medeniyetsiz ahır mı burası" diye ayar çekişi her defasında ayrı hoşuma gider.

Türkân Şoray'ı oyuncu olarak asla çok iyi bulmadım ama kimi zaman oynadığı filmlerle inanılmaz iyi bir etkileşim kuruyor ve zirveye çıkıyor. Bu da o filmlerden biri.

Şener Şen her zaman olduğu gibi yine inanılmaz. Adile Naşit, İhsan Yüce, Hikmet Gül, Tuncer Sevi İlyas Salman.. kısaca herkes ayrı ayrı harika bu filmde. Sultan'ın küçük ve afacan yavrusunun "çokomel feryadına" binaen arkadaşının "fakir semtlere reklamlar yasaklanmalı" repliği, Kavanoz Nuri'nin "cinayet hazırlığı var" repliği başta olmak üzere her biri harika detaylı replikler.

Filmin Konusu;

"İstanbul'un gecekondu semtlerinden birinde geçen filmde muhtarın yakışıklı, genç ve varlıklı oğlu minibüsçülük yapmaktadır. Mahalledeki tüm gözde kızlarla ilişki kuran muhtarın oğlu Kemal bir gün dul ama oldukça çekici bulduğu Sultan'ı elde etmeyi planlar. Ancak çetin ceviz çıkan Sultan bu yakışıklı gence her kuşun etinin yenmediğini gösterecektirç Öte yandan muhtar kamu arazilerine yapılan bu gecekonduları yakın civardan geçecek yol nedeniyle talip olan mütteahhitlere satıp kâr etmek istemektedir. Bu durum sonucunda mahalleli ve muhtar arasında kıyasıya bir çekişme başlar. Mahallede kalmaya inat eden Sultan sonunda çocukları ve bir kaç komşu aileyle göç etmek zorunda kalır ancak Kemal artık aşık olmuştur ve bu sevdadan vazgeçmez. Sultan'ın peşinden gitmeye karar verir. "

Sultan ne zaman eline kazmayı alıp kendi evine kimseyi dokundurtmadan yıkıyor ya, işte ben o zaman hep ağlıyorum. Bizim bu gözyaşlarımıza sinemada dram diyorlar.


16 Ocak 2018 Salı

# Film Analizleri; Otobüs Yolcuları

1961 yılı yapımı bu politik drama tarzı filmin senaryosunu Vedat Türkali yazmış, yönetmenliğini ise Ertem Göreç yapmştır. Ayhan Işık, Türkân Şoray ikilisine Atıf Kaptan, Salih Tozan, Mualla Sürer, Avni Dilligil, Reha Yurdakul, Senih Orkan gibi oyuncular eşlik etmiştir.

Filmde esasen 27 Mayıs darbesi sonrası patlak veren Güvenevler Dosyasıyla alakalı inşaat yolsuzluğunu ve günümüzdeki arazi mafyalarının başlangıç yıllarını anlatan toplumsal ve çoğu kez gerçekçi bir denemedir.

Bir mütteahhitin kızıyla bir otobüs şöförünün aşkı klasik yeşilçam melodramı gibi başlasa da toplumsal bir başkaldırı filmine evriliyor.

Aydın ve ileri görüşlü bir otobüs şoförü olan Kemal yolcularından üniversite öğrencisi olan bir kıza ilgi duymaktadır. Kızın babası ise aslında site yapmak vaadiyle fakir mahalle halkını kandırıp sömüren bir dolandırıcıdır. Kemal aşkına rağmen ezilen sınıfla birlik olup fakir mahallesiyle bütünleşip sevdiği kızın babasına karşı bir başkaldırı tavrında bulunur.

Filmde eski İstanbul sokaklarının güzelliği görmek  ve o dönem karşı konulan rantlaşmanın süren yıllar boyunca günümüzde İstanbul'u ne kadar yozlaştırdığına tanık olmak insanın içine dokunur her defasında..

15 Ocak 2018 Pazartesi

# Film Analizleri; Hınç

Bu filmle ilgili ilk söylemek istediğim nokta dehşetin hakim olduğu sahnelerle ilgili.. Filmin takriben 70. dakikasından sonra film başından beri sabreden Cüneyt abimiz bu dakikadan sonra dillere pelesenk olan efsanevi repliğini söylerek seri katliamlara başlıyor ve Türk Sinemasının belki de en kanlı en ve dehşet cinayet sahnelerinin yaşandığı bir finalle film son buluyor.

Cüneyt abimiz "ben kemal geliyorum" diyerek korkuyu salarak önce bir eski oto tamircisine gidiyor. Buradaki intikamını alırken Kudret Karadağ abimizin canlandırdığı Abbas karakterine "öp ayağımı" diyor ve Abbası eski kasa bir transitin kaputuna bağlayıp duvara çarpa çarpa öldürüyor. Saldığı korku seli şantiyeye ulaşan Kemal kısa sürede şantiyeye ulaşıp biçer döverle kendine yaklaşanları parçalayarak intikamını alıyor ve son noktada yakaladığı düşmanına ayağını öptürüp taş kırma makinesine atarak dehşet bir sahneye daha imza atıyor. İntikam rüzgârı süren Kemal bu kez meşhur telefon repliğini tekrarlayarak fabrikadaki düşmanlarına korkuyu verip kiremitlerle ezerek alıyor bu kez intikamını. Öncesinde yine ayağını öptürüyor. Son intikam öncesi bir asansörün altına tutunarak en üst kata ulaşıyor ve az önce tutunduğu kancaya düşmanını asarak en alt kata iniyor ve intikam yolculuğunu tamamlıyordu. 

Türk Sinemasının en uçlarda gezen sahneleriyle bezenmiş bu 1976 yapımı filmde Komiser Kemal'in hikâyesi işleniyor. Talihsiz bir şekilde hapse düşen Kemal burada bir çok işkenceye maruz kalır, zamanında hapse tıktığı bir mafya babası Kemal'den intikam almak için yakınlarını öldürür ve türlü türlü acılar yaşatır. Film boyu sabrıyla insanı çıldırtan Kemal en sonunda kayışı kopartır ve psikopatik sahneler başlar. Senaryosunu Erdoğan Tünaş'ın yazdığı filmin yönetmeni ise sevgili Natuk Baytan. Filmde Cüneyt abimize Hakkı Kıvanç, Kadir Kök, Cem Erman, Kudret Karadağ, Yavuz Selekman, Turgut Özatay gibi yeşilçam kahramanları eşlik etmiş. 

14 Ocak 2018 Pazar

# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1930'lar

1930'lu yıllara geldiğimizde Türk Sinemasında daha çok tiyatrocular dönemi hakimdi.. Ki bu durum 30'ların sonuna dek sürdü. 30'lu yıllarda Türk Sineması üretkenliğini ve gelişimini arttırarak sürdürdü. 1940 yılına dek geçen sürede resmi kayıtlara göre 18 film çekildi. 1931 yılında izleyiciye sunulan "İstanbul Sokaklarından" filmi sonrası 1932 yılında "Bir Millet Uyanıyor" filmi çekilmiştir.

30'larda daha üretken olmaya başlanan yıl ise 1933'tür. Bu yıl içinde tam 7 film izleyiciye sunulmuştur. "Cici Berber",  "Düğün Gecesi", Kanlı Yol" bu filmlerden bir kaçıdır.  1934'te sinemamıza yeni bir soluk katan Muhsin Ertuğrul'un ilk kez denediği bir tarz olarak köy konulu bir film olan "Aysel; Bataklı Damın Kızı" filmi çekilmiştir.

Aynı Yıl daha önce yarım kalan "Leblebici Horhor Ağa" ise yeniden çekişmiş ve bu film 2. Venedik  film festivalinde yer almıştır. Bu film ile Muhsin Ertuğrul onur ödülü almış olup en iyi yönetmenler arasında adı anılmıştır. Bu ödül Türk Sineması adına alınan ilk ödül olarak kabul edilmektedir.

1930'lu yıllarda süren tiyatrocular devri 1939'da tiyatro kökenli olmayan Faruk Kenç'in çektiği "Taş Parçası" filmiyle bir anlamda son bulmuştur. Reşat Nuri Güntekin'in aynı adlı kitabından uyarlanan bu filmde, başka biriyle ilişkisi olduğunu öğrendiği annesinin yaşadığı bu ilişkiyi babasına haber veren bir gencin öyküsü anlatılır. Bu film "tiyatroculardan" "sinemacılar devrine" geçiş filmi olarak anılır.

# Film Analizleri; Düttürü Dünya

Umur Bugay'ın yazdığı ve Zeki Ökten'in yönettiği 1988 yapımı bu filmde Ankara'nın soğuk ve sıkıcı atmosferi filme oya gibi işlenmiş. Mehmet'in sanatçı ruhu ile varoş bir yaşam mücadelesi vermesi ve hayata dair umutlarını klarnetine işlemesi filmin alt metniyle izleyiciye sunduğu müthiş anlatımı üst seviyeye taşımıştır. Sevgili Zaim Güvenç, Cezmi Baskın, Birsen Dürülü ve Orhan Çağman'ı da anmadan geçmek olmaz.

Ankara’nın yoksul gecekondu semtlerinin birinde oturan Mehmet geceleri klarnet çalarak hayatını kazanmaktadır. Biri özürlü üç çocuğu ve karısını geçindirebilmek için, çeşitli ek işler yaparak yaşamını sürdürür. Oturduğu gecekonduyu, kayınbiraderi bir müteahhite satınca, yaşamı iyice alt üst olur.

Kemal Sunal'ın komedi filmlerinden sıyrılıp toplumsal filmlere geçiş yaptığı zamanlara denk gelen bu film sistem eleştirileri ile de oldukça etkili mesajlar vermiştir. Zaim Güvenç'in müthiş rol kabiliyeti de filme ayrıca renk katmıştır. En ufak sahnede bile ince ince işlenmiş alt mesajlar vardır adeta. İşçilerin inşaatta kolaya ekmek doğraması, kayınbiraderin elindeki poşetten bir mandalina vermesi ve Mehmet'in bu mandalinayı tam yiyecekken aile arasında pay etmesi oldukça etkileyici sahnelerden bir kaçıdır.

Ayrıca assolist gelmeyince müşterileri oyalamak için eski bir pehlivan olan kapıcının sandalye ile güreş tuttuğu sahnedeki orijinallik sanırım dünya sineması için de çok uç bir noktadır.  Mehmet'in zihinsel engelli çocuğunun karlı ve gri bir Ankara ayazında çalı çırpı toplayışı, yine aynı zihinsel engelli çocuğun komşulardan birinin karısı evden kaçınca "Ahmet amcanın karısı kaçtı" diye trajikomik sevinci, evin büyük kızının -ki bu rolü Birsen Dürülü harika oynamıştır- biriktirdiği parayı komşunun sol görüşleri sebebiyle hapiste olan oğluna tamamen ideolojik sebeplerle yollaması, gündeliğe giden kadınların aldıkları paranın azlığına isyanları insanı hüzünden hüzne salar.

Rivayet o dur ki sevgili Kemal Sunal'ın en sevdiği filmi bu filmdir. Bunda da haklı olduğunu düşünüyorum. Filmin sonunda  her şey bitmişken Mehmet klarnetini alır, oğlu tef çalar. Öylece giderler soğuk ve umutsuz bir şekilde. Bu sahne filmin adeta sembolü gibidir. Ne olursa olsun Mehmet bir duygu adamıdır ve acısını da klarnetiyle yaşar.

# Film Analizleri; Gölge Oyunu

Yavuz Turgul'un farklı bir sinema dili kullandığı 1992 yapımı film özellikle masalsı anlatımıyla dikkat çekmiştir. 

Mahmut (Şevket Altuğ) ve Abidin (Şener Şen) bir pavyonda çalışmaktadırlar. Mahmut dürüst bir gençtir. Abidin ise tersine hırsız, yalancı ve çapkındır. Bu arada Sülo adlı bir komisyoncu pavyonda çalışması için patrona Kumru (Larissa Litichevskaya) isimli bir kız getirir. Gazinonun patronu, kızın sağır ve dilsiz olduğunu anlayınca onu kovar. Mahmut ona sahip çıkar ve Abidin’le birlikte yaşadıkları eve götürür. Patron Sülo’ya komisyon olarak verdiği parayı çıkartabilmek için Kumru’yu sigarayla çiçek sattırarak çalıştırmaya başlar. Mahmut, Kumru’nun yanında taşıdığı fotoğraftan Zeliha adındaki annesini aradığını anlar ve ona yardım eder. Sonunda Kumru’nun annesinin hapiste olduğunu öğrenirler. Abidin ile Mahmut, Kumru yüzünden kavga ederler ve arkadaşlıkları sona erer. Abidin yeni bir ortakla başka bir pavyonda çalışmaya başlar ama mutsuzdur ve içindeki bunalım onu intihara kadar sürükler. Mahmut, Abidin’in hayatını kurtarır. Ortaklığa yeniden başlarlar. Bu arada Kumru’nun annesini ziyaret ederler. Annesi de aynı kızı gibi sağır ve dilsizdir. Mahmut Kumru’yu sever ve ilk kez bir genç kızla birlikte olur. Ertesi gün uyandığında Kumru’yu bulamaz ve Abidin’le birlikte her yerde ararlar. Pavyona döndüklerinde hiç kimsenin Kumru’nun varlığından haberleri bile olmadığı yanıtını alırlar. Akıllarına birlikte çektirdikleri bir fotoğraf gelir. Fotoğrafa baktıklarında Abidin ve Mahmut dışında hiç kimsenin olmadığını görürler. Olanların ya da olmayanların bir düş mü yoksa gerçek mi olduğuna anlam veremezler. Ama dışarıda yaşam sürmektedir...

Bu filmi ilkokul çağlarındayken o zamanlar kültür ve sanat dolu yayınlar yapan TRT 2'de izlemiştim. O zamanki teknolojinin kısıtlı olması sebebiyle de daha sonra yeniden izlemek için yıllarca beklemek zorunda kalmıştım. Geçen yıllar içinde dünya çok değişti. Artık hayatımızı abluka altına alan teknolojik gelişmelerin iyi yanları da var elbette. Ben yıllar önce Gölge Oyunu filmini izlerken yaşadığım duyguyu yıllar sonra Hokkabaz filminde yine yaşadım. Cem Yılmaz'ın Hokkabaz filmini yazarken kesinlikle Gölge Oyunu filminden olumlu ve hayranlık duyacak şekilde etkilendiğini düşünüyorum. Bazen olur bu yani bir filmi izlerken bir başka filmle bağ kurar insan.. Bu da böyle bir düşünce olabilir. 

İskender ve Maradona sahne arkadaşıdırlar. Aynı Mahmut ve Abidin gibi.. İkiside bir gün daha meşhur ve başarılı olmak ister. Aynı Mahmut ve Abidin gibi. Mahmut ve Abidin'in hayatına Kumru dokunur. İskender ve Maradona ise ansızın Fatma ile karşılaşır.  Bana bu olay örgüsü hep iki filmi birbirinin ruh ikizi gibi olduğunu hissettirir. Bu bence kişisel bir yansımadır. Emin olduğum tek şey iki filminde çok başarılı olduğudur.

13 Ocak 2018 Cumartesi

# Film Analizleri; Gün Ortasında Karanlık



Memduh Ün Fatma Girik aşkının en güzel meyvelerinden olan bu film 90'ların başındaki bunalımlı, boğucu ve durağan kişisel drama filmlerinden izler taşıyan kişisel ve etkileyici bir filmdir. Memduh Ün'ün klasik yeşilçam normlarından arınıp daha kişisel ve hatta auter tarzda çektiği bu filmde sevgili Fatma Girik'in hayat verdiği Güzin karakterinin engelli çocuğuyla verdiği yaşam mücadelesi anlatılır. Planlı ve sürprizsiz gibi yürüyen film Halil Ergün ve Yavuzer Çetinkaya gibi yardımcı rollerin etkisiyle oldukça derin bir anlama bürünür ve izleyici için daha da çekici bir hale ulaşır. Tabii filmde engellerini adeta aşarak müthiş bir oyunculuk sergileyen sevgili Erdal Yalçın'a da buradan selam ve sevgilerimi sunmak isterim. Oldukça üst düzey ve sinematografik bir dile sahip bu film ne yazık ki yeterince bilinmemektedir. 

Konu ;Güzin kocasını trafik kazasında kaybettikten sonra bedensel ve zihinsel engelli oğlu Sedat ile yalnız bir yaşam sürmeye başlar. Kendisi işteyken Sedat'ın bakımıyla ilgilenmesi için uzun süre bakıcı arar ancak kimse bu engelli çocuğa bakmak istemez. Güzin işe giderken mecburen oğlu Sedat'ı odasına kilitleyerek evde yalnız bırakır. Bir gün döndüğünde oğlunun cansız bedeniyle karşılaşır. Yapılan tüm incelemelerde bu ölümün bir ihmal sonucu olduğu belirlenir ancak Güzin bu kararı kabullenemez ve bu ölümün sorumlusunu aramaya başlar. 



10 Ocak 2018 Çarşamba

# Türk Sinemasının Yaşayan Tarihi; 1920'ler

Ayestefanos abidesi ile ilgili belgeselle başladığı kabul edilen Türk sinemasının tarihi yine belgesel türü çalışmalarla devam etmiştir. 1914 yapımı Ayestefanos sonrası 1915 ve 1916 yılllarında 1. dünya savaşı ile ilgili üç belgesel daha çekilmiştir. Arşiv kaynaklarına göre bunlar daha çok görsel ağırlıklı ve savaş sürecini anlatan belgesellerdir. 1916 yılının sonlarına doğru ilk kez kurmaca bir film çekilmeye çalışıldı ancak Leblebici Horhor Ağa filmi tamamlanamadı. 1917'de müdafaa-i milliye cemiyetince Pençe ve Casus filmleri çekildi. Yine 1917 yılında drama ve gerilim ağırlıklı Koruyan Ölü filmi çekildi. Aynı yıl ilk kez bir film ve devamı çekildi. Bican Efendi isimli komedi filmini çeken Hüseyin Şadi Karagözoğlu bu film sevilince ikinci bölümünü de çekti. Bu filmlerin yazarı ise Ayestefanos belgeselinden bildiğimiz ve sinemamızın tarihi açısından önemli yeri olan sevgili Fuat Uzkınay'dı. 1919 yılında ise 5 film daha çekilerek bu hareketlilik ve gelişim süreci devam etti.

1920'li yılların başında kurtuluş savaşı sürecininde etkisiyle kendini milli mücadeleye adayan insanların vatana duyduğu aşk ve özverisi sonucu çok fazla film çalışması yapılamadı. 1920 ile 1922 arasındaki süreçte sadece 6 film çekildi. 1922 yılı sonlarına doğru Türk Sinemasının yeniden gelişme sürecinin başlaması ise  Muhsin Ertuğrul'un Türkiye'ye dönerek filmler çekmeye başlamasıdır. 1919 yılında Almanya'da Samsun / ızdırap adlı bir Türk filmi çeken Muhsin Ertuğrul 1922 yılında yeniden geldiği ve filmler çekmeye başladığı Türkiye'de 1940'lı yıllara kadar adeta Türk sinemasını yeniden inşaa eder. Bir çok filmi ve oyuncuyu sinemaya kazandırır.

9 Ocak 2018 Salı

# Günün Fotoğrafı


Hababam sınıfı tatilde / 1977 / Validebağ korusu.

Kaybolan Tarih; Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı

Ayastefanos bugün Yeşilköy dediğimiz semtin eski adıdır. Filme konu olan rus abidesi ise daha ziyade şenliköy taraflarına yakındır.
1877 yılında rus birlikleri taarruz amacıyla hem kafkasya hem de Balkanlar dolaylarında saldırıya geçtiler. Bir yıllık taarruz sonunda Ayastefanos'a kadar geldiler. Sonrasında uluslararası ültimatomlarla bu taarruzu durdurdular. Akabinde Ayastefanos antlaşması imzalandı.

Aradan geçen yıllar sonrasında ruslar taarruz esnasında verdikleri kayıpları tek bir yerde toplamak istediler ve bu isteklerini 2.Abdülhamit'e sundular. 2.Abdülhamit insani ve barışcıl bir yaklaşımla ve savaş tazminatından düşmek koşuluyla bu isteği kabul etti.

3 yıllık bir çalışma sonunda filme konu olacak rus abidesi inşa edildi. Ancak aradan geçen 16 yıl sonunda patlak veren 1. Dünya Savaşı esnasında Osmanlı devleti Rusya'ya savaş ilan etti. Bunun sonucunda savaş sürerken Ayestefanos'taki Rus Abidesi yıkıldı.

O dönemlerde Osmanlı ordusu içinde bir foto film merkezi vardı. Bu daha çok arşiv için çekimler yapan bir merkezdi. Bu foto film ekibinde yer alan Fuat Uzkınay Ayastefanos abidesinin filmini çekti.

Fuat Uzkınay önceden beri sinema ile ilgili biriydi. Hep sinema ile ilgili çalışmalar yapmak isteyen hevesli bir genç olarak tatihte yer almıştır.

Filmle ilgili herhangi bir kayıt yok ne yazık ki. Ancak arşivlere göre bu film belgesel tarzda bir çalışma olarak çekilmiş. Abideye ait imar süreci, kullanım süreci ve yıkım sonrası süreç işlenmiş. Tabi bunlar hep aktarılan tarihi rivayetler.

Peki bu filme ne oldu? Doğrudan Kunt Tulgar'ın itirafını paylaşayım izninizle..

"
O zaman bizim yanımızda da Ali Rıza Yılmaz adlı eskiden Erman Film'de çalışan montaj ve senkron görevlisi vardı. Ben de 12-13 yaşlarımda büyük bir hevesle ona yardım ediyordum. Tek tek filmleri kutularından çıkarıp inceledik, ayırdık. Sonra bir parça çıktı, sıkı sıkı sarılmış ama küçük bir parça. Açtığınız zaman bile katlanan, kutu içinde kavrulmuş... Bunu izleyelim diye senkrona takmaya çalıştık ama kavrulduğu için 35 milimetreden biraz küçülmüş, takamadık, elimizden çeke çeke baktık. Önce bir kule görünüyor, sonra kulede bir patlama meydana geliyor ve ardından 30-35 kare kadar devam edip film bitiyor. Biz bunu kaldırıp çöpe attık. Bu kadar önemli olduğunu bilsek atar mıyız, mümkün değil. Bu kule patlamasının ilk film kabul edilen Ayastefanos'taki Rus Abidesi olduğunu daha sonra resimlerini görünce anladım."



8 Ocak 2018 Pazartesi

Türk Sineması



Türk sineması Türkiye’de sinema sektörü olarak yapılan tüm faaliyetleri kapsamaktadır. Daha bizden daha naif ve samimi olarak biz buna Yeşilçam diyoruz. Ben her ne kadar eleştirilse de ve kimi zaman alay konusu olsa da bizim ülke olarak bir sinema dilimiz olduğunu düşünüyorum. Onlarca yıldır ülke insanını güldüren, ağlatan bir sürü filmin ülke sinema kültürüne katkısı yadsınamaz. Bu filmlerin bıraktığı tatlar, anılar hepimize kelimelerle tarif edilemeyecek duygular yaşattı. Günümüzde Yeşilçam bitti gibi görünse de bu aşk ve bu duygu asla bitmeyecek. 

7 Ocak 2018 Pazar

KÖK

KÖK benim ilk profesyonel filmim. 45 dakikalık deneysel bir film. Yaklaşık 1 yıl süren çekim ve kurgu süreciyle benim ilk kez bir sinema filminin tüm süreçlerini yaşadığım bir film. Bu filmde ilk kez kurguyu ben yaptım. Benim için hem bir film hem de bir eğitim oldu. 2016 yılında çektiğim bu film bir çok film gösteriminde yayınlansa da  biraz depresif ve ağır ilerleyen bir film olduğu için ya çok sahiplenildi ya da itici bulundu. Ama bu durum benim çok ilgimi çekti. Bazen izleyenler benim hiç düşünmediğim anlamlar çıkardılar bu filmden. Bu da garibime gitti. Bir izleyicinin internette paylaştığı "soğuk, kasvetli, yüzeysel ama ilginç" şeklindeki yorumu sanırım filmle ilgili yapılmış en net yorum. 

Kök

yapım yılı : 2016 / Format : deneysel, renkli türkçe, Süre : 00:45:49 

Oyuncular : Özgür demir / Duru Yücel

kamera/kurgu/Senaryo/yönetmen/yapımcı : Ufuk kurt

Konu : İnsan  ne zaman ölür?  Öldüğünde mi  öldürdüğünde mi? Öldüğünü sandığında mı? öldürdüğünü Sandığında mı?
İsa tutkulu bir aşkla Meryem'e bağlıdır ama ruhani bir etkiyle Meryem'i öldürdüğünü düşünmektedir ve buna emindir. Her yerde O'nu arar ama hiç bulamaz tam bu ölüme emin olduğu zaman her şey yeniden başlar.


Filmlerimi festivallerin yarışma kısımlarına sunmuyorum. Filmler yarışmak için değil izlenmek içindir.


ÖLÜM ÜÇLEMESİ

Hayata dair her şeyin bir anlamda mecburi sonu gibi geliyor bana ölüm.. Çocukken uzun süre tek merakım bu olmuştu.. Ölümün ne olduğu, nasıl bir şey olduğu ve hatta insanların neden kabullendiği.. Bende cevap bulamadım tabi. Yıllar sonra yeniden düşündüm bunu ama bu kez bir farkla. Düşünürken kayıtta ettim. Sonu ölümle biten üç hikâye yazdım. Zaman içinde bunları kısa filmlere çektim.

Ölüm Düşleri

Yapım Tarihi – 2010
Süresi – 00:07:34
Format – Kurmaca, Renkli, Türkçe, Dv
Senaryo/Yönetmen/ Yapımcı: Ufuk Kurt
Müzik – Anonim
Kamera : Ufuk Kurt
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Oyuncular
Sedat BOZYEL …. Timur
Ufuk Kurt …. Timur’un Sağduyusu
Sevgilisini öldüren bir şizofrenik karakterin bu cinayeti herkesten hatta kendisinden bile saklamasını ve ölümün kaçınılmaz son olduğunu insanlara hatırlatmasını konu alan bir psikolojik drama film.
Timur bir gaflet anında sevgilisini öldürür ama buna kendiside inanamaz. Hayattan, insanlardan ve kendisini kovalayan azaptan kaçarak bir sahil kenarında yaşamaya başlar. Bir süre sonra rahatsızlığı ve acizliği baş göstermeye başlar. Bağımlı olduğu ilaçların krizleri başlar. Hayatta tek bildiği ve inandığı şey ölümün mecburi son olduğudur.
Kir
Yapım tarihi : 2011
Süresi 00:10:01
Format: kurmaca, renkli, Türkçe dv
Senaryo/Yönetmen/Yapımcı : Ufuk Kurt
Yönetmen Yardımcısı – Ataman VAHİT
Müzik – Anonim
Görüntü Yönetmeni – Ufuk Kurt, Ataman VAHİT
Işık: Cumhur Sarısoy
Kurgu – Cumhur Fidan
Afiş Tasarım – Halil ERDİ
Oyuncular
Şahin Sancak …. Ali
Ceylan Yalçın …. Ceylan
Ömer Arslan …. Patron
Ataman Vahit …. Ataman
Yunus Arslan …. Yunus
Cumhur Sarısoy …. Cumhur
Selin Hayıroğlu …. Selin
Erdal Demir …. Büfeci
İç sesiyle sürekli kavga eden bir bedende iki kişi gibi yaşayan, toplumdan kendisini soyutlamış başarısız ve asosyal alkol bağımlısı bir gencin hayatından kesitleri konu alan ve toplum içinde yalnızlığı konu alan bir psikolojik drama.
Ali hayatının her anında içindeki engel olamadığı sesle kavga eden sürekli yenik düşen bu sebepten işini, aile hayatını kontrol edemeyen asosyal bir karakterdir. Giderek bağımlısı olduğu alkolünde etkisiyle kendi iç sesiyle bir hesaplaşma yapmaya karar verir. Bu hesaplaşma sonrası artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü Kader insanın kendine yaptıklarından ibarettir artık.
Şehrin Kayıp Yüzleri
Yapım Tarihi : 2013                                                                                                                                Format : Kurmaca, renkli Türkçe dv                                                                                                süresi : 00:05:49
Oyuncular : Şahin Sancak , Ebru Sultan Keser
Senaryo/yapımcı/yönetmen : Ufuk Kurt                                                                                          Kurgu : Baran Yıldırım                                                                                                                  Kamera : Ufuk Kurt / Ataman Vahit
Konusu : 17 Ağustos 1999 depremi anındaki kısa sekansta uzun hayaller gören birinin bilinçaltı. Uzun hayallerde her şey güzel gibidir ancak kısa sürede her şey farklılaşır.
Bu üçlemenin ilk iki bölümüyle çok olumlu tepkiler aldım ve bir çok gösterim fırsatı yakaladım ancak serinin son filmi benimde bu seriden sıkılmam sebebiyle çok isteksiz ve mecburen çektiğim bir film gibi oldu. Bu filme de yansıdı ve bir kaç gösterim sonunda beğenmediğim bu filmi geri çektim. Sanırım son hali bende bile yoktur.

Kim?

Ufuk Kurt/1983/İstanbul Bağımsız, karşılıksız ve kişisel sinema anlayışıyla kendi senaryolarımı filme çekiyorum. "Ölüm Düşleri...